18 Ağustos 2017 Cuma

Artık evden çıkıyorum.

Artık evden çıkıyorum.
Bir sabah seansında Nihat Bey’e dedim ki,
-Ben araba kullanabilir miyim?
Baştan çok sevimli gelmedi ama benim çok inançlı oluşumu görünce
-          Deneyebilirsiniz.
Dedi. Hemen arkadaşımı aradım ve beni dışarı çıkartmasını istedim. Hastalandığımda arabamızı ona bırakmıştık. Sağ olsun koştu geldi. Hemen Kağıthane’deki sürücü kursu pistine gittik. O zaman denemek istediğimi ve yanıma oturmasını istedim.
Oldu.
Kullanabiliyordum. Çok garip gelmişti. Sürücü koltuğuna oturduğum on altı yaşım aklıma geldi.
Eve kadar ben geldim hatta. Ve hatta evimin bulunduğu sokağa – ki eskiden de öyle yapardım – geri geri girdim. Bu çok sevindirici bir şeydi ve büyük bir gelişmeydi. Artık her gün eşime bir yerlere gitmeyi teklif eder olmuştum. Özgürdüm ve İstanbul yeniden benimdi.
İlk araba kullanmamı sabah heyecanla Nihat Beye gururla anlattım. Çok sevindi. Çok mutluydum çünkü.
Ertesi sabah içim içimi yiyordu. Bir bahane bulup dışarı çıkmalıydık. “Hadi çay içmeye Karaköy Kahvesine gidelim”
Şöyle bir karar aldık birlikte.” Hastalanmadan önce sevdiğim şeyleri yemeye gidelim” dedik.
Artık hem yemek yiyebiliyor hem de araba kullanıyordum ya tadını çıkarmalıydım iyileşmenin.
Öne Balattaki kuru fasulyeciye gittik. Hem hastane kontrollerim vardı hem de dışarı çıkmak için bahanem. Kuru fasulyeyi çok severim. İstanbul’un en iyi yerlerini arar bulurdum eskiden. Sadece Karadeniz kuru fasulyesini mükemmel yapan yerleri değil ama, şöyle bol sulu kamyoncu kuru fasulyesi yapan yerler vardır. İnşaat alanında, benzinliğin içinde falan kimsenin bilmediği yerler. Balat’taki çömlekteki fasulye daha önce dikkatimi çok çekmişti ama hiç vaktim olmadığından uğrayamamıştım. Bu gün o günmüş.
Hayatta daha içilecek suyun varmış, alacağın nefes varmış derler ya. Benimki de o hesap. Daha yiyecek kuru fasulyem varmış gibi oldu. Daha sonra birlikte olduğum her eski arkadaşıma bu espriyi yaptım.
-          Daha birlikte içilecek çayımız varmış.
Artık dışarı çıkabildiğime göre her yer benimdi. Karaköy Kahvesi çok sık gittiğim bir yerdi. Beni orada tanırlar, severler. Oraya çok sık gider olmuştuk. Hemen hemen her gün oraya gitmek için bir bahane buluyordum.
Eskiden sevdiğim her şeyi yemeye çalıştırıyordu eşim. O da alışmıştı. Her gün bir yerlere gider olmuştuk. Çapa’da hastanenin tam karşı sırasında nefis bir lahmacuncu vardır. Oraya gittik örneğin. İstanbul’daki en iyi Gaziantep lahmacununu orası yapar bence. Çok lüks bir yer değil. Hatta çocukluğumdaki lahmacuncu gibi nostaljik bir yer. Hani şu çok meşhur bir Unkapanı pilavcısı vardır ya oraya gittik. Dönerciler, pideciler, tatlıcılar bütün gün geziyorduk.
Hastalanmadan önce gezemediğim her yere gidebilir olmuştum. Ertesi sabah Nihat Bey’e her şeyi anlatıyordum. Her sabah dinlemekten sıkılıyorduk belki ama ben anlatmaktan sıkılmıyordum.
Öğleden sonra da çıkıp başka bir hastanede bulunan el-parmak robotu – bir fizik tedavi cihazı- ziyaretimiz oluyordu. O hikayeyi başka bir yazıda uzun uzun paylaşacağım.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan