10 Kasım 2017 Cuma

10 kasım

1937 yılında başlayan amansız hastalık ve bundan tam 79 yıl önce bu gün ölüme götüren sonda son sözü “ALEYKÜMESSELAM” olan biri ölüm döşeğinde acaba neden “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz” dediğini düşündünüz mü?

Kimileri bu sözün güvenlik için olduğunu söyler, kimileri de milliyetçi yaklaşımla bize sadece Türk baksın gibi yorumlar.

Kişisel fikrim bu sözün asıl sebebinin Türk hekimlerine olan güvenden kaynaklandığıdır. Pek çok hekim bu sözden ilham alarak kendini geliştirmeyi başarmış ve iyi sonuçlar elde etmiştir.

Ben sayfamda sadece yaşadıklarımı ve hissettiklerimi paylaşıyorum. Sayfaya çok sayıda yorum geliyor. Elimden geldiği kadar hızla yanıt vermeye çalışıyorum.

Benden yardım isteyen o kadar çok ki. Elimden bir şey gelebilse keşke. Ben yardımcı olamam ki. Doktor değilim, şifacı değilim kâhin hiç değilim. Ne olacağını öngörüm yaşadıklarımla benzeşen şeyleri anlatmaktan öte bir şey değil. Biraz moral verebiliyorsam ve destek olabiliyorsam mutlu oluyorum. İnsanlığın dayanışmasının en zor günde olması gerektiğine inanıyorum.

Sayfamı tam okumadan yorum iletişime geçenler oluyor. Benim yaşadıklarımı yazdığım pek çok yazım oldu. Eğer sayfa yazılarını tamamen okuyan olursa zaten bana sorduğu sorunun cevabı bir yerlerde var. İnsanlara okumadıklarından falan kızmıyorum. Yanlış anlaşılmasın lütfen. Sadece bir yerlerde benzeşen bir durum yazmışımdır diyorum.

-Evet sizin detayda Paylaştıklarınızın hepsini iyce okudum orda cvb buldum sorularıma Teşekkürler.

diyen de çıkıyor

Gelen mesajlarda çokça sıkıntılı durum oluyor. Sonu hiç istemediğimiz yere giden hikayeler var. Çok da iyi haber geliyor. İyilerden mutlu oluyorum kötü olanlara hasta yakını kadar üzülüyorum. Ama bazen öyle şeyler geliyor ki;

C….. bilmemkim hocanın  bilmemne zikri yazmışlar.

Sevgili dostlar, İnanç ve itikat önemlidir elbette. Elbette inandığınız şekilde dua edeceksiniz. Bu bir iyi niyet enerjisi olarak hastanıza ulaşacaktır. Dualar elbette işi yarar da benim demek istediğim bilmemne zikri gibi saçmalıkların peşinden koşmayın. Beni bir mucize gibi görüp benden ya da yaşayan birinden medet ummayın.

Ben Atatürk’ün ölüm gününde sadece şunu söylemek istiyorum.

Sizlerim çaresi tıp bilimiyle alakalı doktorlardır. Ne benim ne de bir başka bilgisizin söylediklerini değil doktorların söyledikleri esastır.

Yani Gazi Mustafa Kemal paşanın dediği gibi “ hastanızı Türk hekimlerine emanet edin”

Bu vesileyle Atatürk’ün vefatını saygıyla anıyorum.

Gürkan 

Geçmiş olsun dileklerimle



2 Ekim 2017 Pazartesi

Bolca paylaşım dileğiyle - farkındalık

Yazılarımın arasında bir de bunu yapmak istedim.

Bir farkındalık yaratmak istiyorum.

Ben büyük bir hastalık geçirdim ve bu hastalığın sonunda öğrendim. Yaşadıklarımın biraz moral ve destek olması için blog yazmaya başladım. Sonucu elbette ki iyi oldu. Pek çok mesaj aldım.
Okuyanlar bana ulaştı ve bildiğim kadarıyla destek oldum, yönlendirdim. İçlerinde hüzünlü haber verenler de oldu, olumlu haber verenler de oldu. Kimi çok sevindirici kimi çok üzücü. Gelen mesajlara çok da üzülüyorum.

Yazdıklarımdan öğrendiğim iki şey var;
  • ·         Her hastalık farklı. Yaş, hastalığın oluş şekli, konumu, yaşanan sıkıntının niteliği, müdahale şekli, süresi, ve pek çok etken. Daha önce de yazdığım gibi kaleydoskop gibi en ufak bir kıpırdanma bile gördüğünüzü değiştiriyor.
  • ·         Hastalığın şekli ne olursa olsun hasta yakınlarının çaresizliği çok büyük. Ve o kadar çok  çaresiz insanlar var ki, emin olun herkesin derdi herkesinkinden büyük.

Aslında ben hem hastalıktan çıkanlar hem de müzmin hastalığı olan insanların tamamı için bir farkındalık yaratmaya çalışıyorum.

Hepimizin sahip olduğu akıllı telefonlarda zaten var olan yoksa bile benzerleri bolca bulunan sağlık aplikasyonlarını kullanın lütfen.

Eğer sağlıkçılar da kullanırsa hemen bu verilere bakarak uygun müdahaleyi seçecektir.
Örneğin ben kan sulandırıcı kullanıyorum, bir başkamız tansiyon hastası ya da bir şeye alerjisi var. Bunu bizler doldurursak ve sağlıkçılar da bakarsa müdahale oldukça sağlıklı olacaktır. Bu tavsiyemi bolca paylaşmanızı ve okuyan herkesin başkalarıyla da paylaşmasını diliyorum.

Sevgiyle kalın.

Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan

https://52dakika.blogspot.com.tr/
https://www.facebook.com/52dakika/







23 Eylül 2017 Cumartesi

rezalet

Aslında yazılarımda hiç böyle şeyler yazmak istemiyordum. Ancak kendimi çok kötü hissettiğimden tek sefere mahsus böyle bir yazım olsun istedim. Aslında bu bir haykırış.

Sağlık sisteminin ne kadar eksik ve karmaşıklıklarla dolu olduğunu hepimiz farkındayız. Randevu saatinin saçmalığından, ameliyata girecek hastaya “geç kendine bir yatak bul” denmesinden, hastanelerdeki tıbbi depoların kilidinin olmamasından ve bir sürü saçmalıktan herkesin haberi var. Yoksa da olur. Her hastaneye giden hasta ya da hasta yakının başına bunlar gelir. Hele de iyi bir gözlemciyseniz gözünüze diken gibi batar bunlar.

Benim söylemek  istediğim şeyse başka.

Sanatçıların egosu yüksek olur. Ve bu egoyla beslenirler. Onlar için yaptığı sanat çok insan tarafından anlaşılır ve sevilirse, alkışlanırsa bu egoyu yükseltir. Ve sanatçı daha fazla beslenir.

Bir sağlıkçının sanatı nedir?

Ne kadar hasta çabucak iyi olursa sağlıkçı çok daha fazla sevilir ve alkışlanır. Bu egosunun yükselmesine sebep olur ve düzgün beslenen her canlı gibi daha iyi sonuçlar çıkarır. Normalde olması gereken budur. Ve tıpla ilgilenen herkes bu hassasiyette olur. Eczacı, hasta bakıcı, ambulans şoförü, radyolog, fizyoterapisrt, doktor ve hemşireler bu şekilde beslenir ve daha hızlı ve daha verimli sonuçlar üretir. Kısacası sağlıkçının sanatı hastasıdır.

Normal olan buyken arada kendini bilmezler de oluyor.

Geçmişte bir yoğun bakım hemşiresinin ölmek üzere olan bir hastayla selfie çektiğini ve ölüme yakın biriyle nasıl dalga geçebildiğini görmüştük. Herkes çok kınamıştı 19 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Haseki Eğitim Araştırma Hastanesinde gerçekleşen bu olaydan sonra hemşire açılan soruşturmayla görevden alındı sonra özür diledi. Eminim bu işi artık yapamıyordur. Ama “ ölüme ramak kala” diye not düşüp çok sanatsal bir iş yapmış gibi böbürlenen bu kişi şimdi aramızda. Anne babası ile yaşıyor ve mutludur. Ona yaptığı işi seçerken ne kadar kutsal olduğunu anlatamamış ve evde terbiye verememiş anne ve babasını kınıyorum ben.

Ardından, daha üzerinden bir yıl geçmeden başka ve daha kötü bir rezalet daha çıktı. Adapazarı’nda bir özel hastanede yoğun bakımdaki çaresiz bir insana sigara verip dalga geçen ve buna müsaade edip bir de video çeken diğerleri çıktı ortaya.

Şimdi ne olacak?

Eminim kınanacak, belki dava açılacak ve belki de meslekten men edilmeye kadar gidecek bu iş. Ardından ceza bile verilebilir. Büyük ihtimalle para cezası kesilip toplumdaki hayatlarına dönecekler.
Aslında burada asıl ceza kesilecek kişi çocuklarını bu kadar vicdansız, ahlaksız yetiştiren anne babalar olmalı. Yoğun bakıma girerken sigaraları, telefonları falan toplamak çözüm değil. İçeri giren hemşire eğlenmek isterse çaresiz hastanın fişini çeker ve yine eğlenir. Her şey o hemşirenin ya da hasta bakıcının terbiyesiyle ve vicdanıyla sınırlı.

Asıl eğitim ailede başlar derler ya. İnsan olmayı anne baba öğretir çünkü.

Sevgiyle kalın
Gürkan Akman




15 Eylül 2017 Cuma

Hastalık hayatımda neleri değiştirdi?

Hastalık hayatımda neleri değiştirdi?

Canım sıkılıyor işsizlikten.

Ben haftanın yedi günü ve günün 16 saati bir şeylerle meşgul olurdum eskiden. Her zaman aynı anda yürüttüğüm iki işim olurdu. Son zamanlarda bir de müzikle ilgili bir şeyler yapmaya başlamıştık. Ve saatlerim hiç boş geçmezdi. Hayatım boyunca bir altı ay ara verip tek ve iyi bir iş yapabilecek para kazanabilmek için didindim. Sadece altı ay hiçbir şey yapmadan geçinebileceğim bir para ayırabilmek umuduyla geçti günler. Bu yoğun stres ve koşuşturmaya vücut dayanamadı sonunda ve iki yıldır neredeyse hiçbir şey yapamıyorum. Eğitmenlik en sevdiğim işti. Hem insanlarla çalışıyor hem de tecrübelerimi paylaşarak sonsuz haz duyuyordum. Şimdi konuşmam düzgün olmadığından eğitim veremiyorum. Düzelecek ve ben yeniden işimi yapabileceğim bunu biliyorum. Ama yatmaktan çok sıkıldım.

Param yok.

Eskiden her hesabı  ödeyen ben, herkesin istediği şeyi daha istediğinin farkına varmamışken hediye eden ben, har vurup harman savunur ve günübirlik yaşayan ben şimdi en çok kazanamamayı öğrendim. Artık çok fazla bir şey almıyorum. Eskiden aldığım kıyafetleri giyiyor eski telefonumu kullanıyorum. Eskimemişler ki. Hepsi yeni ve hepsi sağlam. Yeniden para kazanmaya başladığımda da artık eskisi gibi olmayacağım.

Zevk aldıklarımdan uzak kaldım.

Sağ elimde kalan geçici sıkıntı gitar çalmama ve yazı yazmama engel oluyor. Bir sürü gitarım var hiç birisini çalamıyorum. Bir sürü kalemim var hiç birisini kullanamıyorum. Sağlamken ertelediğim pek çok şey artık olmuyor. Örneğin kullanmaya kıyamadığım kalemlerim artık kullanamadığım eziyet halinde bana bakıyor.

Daha düzenli bir ev hayatım oldu.

Şimdi eve gündüz gözüyle gidiyorum. Telefonum eskisi kadar çok çalmıyor. Evde daha çok vakit geçirebiliyorum. Ve eminim, düzenli bir işim olduğunda da eve gündüz gözüyle gideceğim.
Eminim ki hastalıklar eğer kalıcı sonuçlar bırakıyorsa herkesin hayatını değiştiriyordur.
Şeker hastasını hastalığını öğrendikten sonra baklava yiyememesi elbette can sıkıcı ama iyi yönü de var. Artık şeker tüketmiyor.

Ben hastalanınca çok ders çıkarttım kendime. Çok daha uysal ve çok daha az sinirli biri oldum. Artık trafikte çabuk celallenmiyorum. Hayatımda pek çok olumsuzluk oldu ve olmakta ama bir açıdan bakılırsa da beni kendime getirdi.
Umarım iyileşir çok daha iyi bir ben olabilirim.

12 Eylül 2017 Salı

şans

Şans.

Hastalıkta herkesin durumu farklı. Daha önce de yazdığım gibi herkesin başından geçen hikâye değişik. Kaleydoskop gibi ufacık bir değişken hemen her şeyi değiştirebiliyor.  

Gelen mektuplardan o kadar değişik hikâyeler var ki. Kimisi trafik kazası, kimisi boğulma kimisi kalp krizi. Herkes farklı bir şekilde hastalanmış ama ortak olan bir şey var ki durum aynı. Her yazan benden iyi bir şey söylememi istiyor. Ancak ben ne doktorum ne şifacı ne de kâhin. Sadece biraz moral vermeye ve imkânsızın aslında imkânsız olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bazen telefonda bazen hastane ziyaretinde bazen e posta ile insanlara başımdan geçenleri anlatıp biraz olsun moral vermeye çalışıyorum. Hepsi bu.

Genelde beyin hasarı ile ilgili sorular geliyor ama şu unutulmamalı ki beyin tedavisi en zor hatta mümkün olmayan bir organ.

Ben şanslıydım. Hastalığın şansı mı olur derseniz oluyormuş. Tabi karikatürdeki gibi değil.
Benim büyük şansım genç ve inatçı bir doktorun önünde kalbimin durması. Hemen dişlerim kırılarak oksijen verilmiş. Bu sayede beyin hasarı aza indirilmiş. Elli iki dakika kalp masajından sonra yeniden hayata dönmüşüm ve yoğun bakım ve hastane süreci başlamış.

Bir büyük şansım da iyi bir hastanede, gayet iyi bakılmış bir yoğun bakım süreci. Başlarda çok iyi şeyler söylenmese de benim inadım ve doktorların gayretiyle işler iyiye doğru gitmiş.
Sonrasında müthiş şanslı bir şekilde kendimi Balat hastanesinde bulmuşum. Bu da büyük bir şans. Orada Sema hanımın bilgi ve deneyimleriyle, hasta bakıcı ve hemşire arkadaşlarımızın gayretiyle sıkı bir tedavi uygulanmış.

Ve Nihat. Büyük şanslı olduğumu düşündüğüm şeylerden biri de Nihat’la tanışmak. Her sabah iki saat benimle uğraşmasaydı ve sadece fizik tedavi yerine psikoloğum gibi beni motive etmeseydi şu anda ne yürüyor ne konuşabiliyor olurdum.

Dostlar da büyük şans benim için. İsimlerini buralardan yazmasam da kendilerini bilirler muhakkak. Her günümde yanımda olanlar benim büyük şansımdı.

Ve şansın en büyüğü canım eşim, Dünyalar güzeli kızlarım ve sevgili kardeşim. Benim en büyük şansım onların sevgisi.

Onlar sizsiz kalmamak için uğraşırken siz onları sizsiz bırakmamak ve bir an önce iyi olup onlara kavuşabilmek için uğraşıyorsunuz.

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan

https://52dakika.blogspot.com.tr/
https://www.facebook.com/52dakika/


11 Eylül 2017 Pazartesi

Yanlış - eksik bilgilendirmeler.

Yanlış bilgilendirmeler.

Yanlış ve eksik bilgilendirmelerden bahsedelim.
En önemlisi sanırım yoğun bakımda yatan hastalarla ilgili eksiklik. Yoğun bakım hastalarının temel sorunu yatak yarası. Uzun süre yatmaktan oluşan bu yaralar sonrasında kalıcı olabiliyormuş. Bununla ilgili yoğun bakım hemşire ve hasta bakıcılarının özel bir ilgi göstermesi gerekiyor. Önlem alınmalı ve hastanın pozisyonu sık sık değiştirilmeli. Bununla ilgili çeşitli merhem pomat gibi şeyler var elbette ama erken fark edilmeli ve önlem alınmalı. Hasta bakıcılar ile aranızı iyi tutun. Her hasta bakıcı bunu size söylemeyebilir ama siz her hasta ziyaretinde bakın, ve hasta bakıcınızdan durumunu sıklıkla öğrenin.

Yoğun bakımda yatan hasta – ki benim gibi uzun süre yattıysa – muhakkak fizik tedaviden faydalanmalı. Uzun zaman yatan hastanın hareket kabiliyeti olmadığından bir süre sonra ayakları kolları işlevsiz kalıyor. Benim yoğun bakım sürecimin son birkaç gününde öğrenip tedaviye başlamışlar ancak iki aya yakın yattığımdan ayaklarım balerin ayağı gibi dümdüz kalmıştı. Doktorlar çıkma ihtimalimi zayıf gördüğünden herhangi bir bilgilendirme yapmamışlar. Sonrasında ayaklarımın eski haline dönmesi için çok uğraştık. Çok acı çektim ve çok zor iyileşti. Bunu muhakkak yoğun bakım doktorundan istemelisiniz.

Doktorunuzun her söylediği şey elbette doğru. Ayrıca şu unutulmamalı  ki doktordan başka doğru bilgi alınabilecek kimseniz yok. Ancak şu belirtilmeli ki doktor iyileşme ihtimali az görünen bir hasta için hasta yakınını ümitlendirecek pek de bir şey söylemez. Bu hem doktor için hem hasta yakını için lüzumsuz bir durum oluşturur. Doktorlarım benim düzelme ihtimalimi yok saymışlar. Epikriz raporlarına göre zaten düzelme ihtimalim de yokmuş. Benim için her durumda “siz her duruma hazırlıklı olun” demişler. Sonralarda “bu hasta çok direniyor” deseler de ilk başlarda hiç ümitli konuşmamışlar. Unutulmamalı ki, doktor ümit verir bir konuşma yaparsa ve iyiye gidiş olmazsa hem hasta yakını hem de doktor hüsrana uğrar. Bunun yerine her duruma hazır olmak en çok duyulan telkindir. Ancak hasta genç ve dirençliyse ve hasta yakının enerjisi yüksek ise – genelde- bir çıkış yolu vardır. Hasta yakını moralini yüksek tutmalı ama her duruma da hazırlıklı olmalıdır.
Doktorun her söylediğini kayıt edip hemen telefona sarılıp konuyu Google’da aramak doğru değil. Google her zaman size doğruyu söylemez. Arama motorlarında doğru bilgi olabileceği kadar yanlış bilgi de çok. Bu yüzden hasta yakınlarının bulduğu terim hem aşırı hüsran hem de gereksiz sevince sebep olabilir. Bunun yerine doktorunuzun tıbbi terimler yerine hasta yakının anlayabileceği şekilde izah etmesini istemelisiniz.

Hastanızın durumunu başka hastalarla mukayese etmemelisiniz. Her hastanın geçmişi, yaşı, cinsiyeti, geçirdiği hastalığın yeri, durumu, şekli, büyüklüğü farklı olduğundan bu mukayese sizi sıkıntıya sokacaktır. Örnek edindiğiniz hastanın durumu sizinkinden birazcık farklı olsa dahi sonuç bambaşka olabilir. Ben gelen postalardan bir bilgi edindim. Hastaların durumu kaleydoskop gibi. Yani en ufak farlılık bile görüntüyü değiştiriyor. Kaleydoskop çok hassas bir alettir. En ufak bir oynama bile görüntüyü değiştirir. Görüntü bir daha hiç aynı olmaz. Bu yüzden siz siz olun “falanca da böyle olmuştu ama kurtulamadı” gibi benzetmeler yapmayın.

Epikriz raporları bir sonraki hastaneye ya da iyileşme sürecinde hep hasta geçmişini belgeleyeceğinden muhakkak en az bir kopyası elinizde bulunmalıdır. Hem raporlar hem de MR, EKG, EEG gibi kayıtları düzenli olarak muhafaza etmelisiniz. Hastanız iyileşmeye başladığında uygulanacak tedavi ve sonraki muayeneler bu raporlar ile belirlenecek. Diyoruz ya; her hasta kaleydoskop gibidir. Her hastanın tedavisi de bu kayıtlara göre belirlenir.
Sürekli başka doktordan teyit almaya çalışmayın. Raporlar elinizde hastaneler koşuşturmayın. Hastanızın bulunduğu hastane -zorunluluk gerekmiyorsa- değiştirilmemeli. Gittiğiniz yoğun bakım ünitesi çok da farklı olmayacak. Orada da benzer süreçler yaşanacak. Olan hastanızın yer değiştirmesi esnasındaki hayati tehlike geçirmesiyle olacak.

Hastanede sürekli yoğun bakım ünitesinin önünde bekleşip hem moralinizi bozmayın hem de doktorlara ayak bağı olmayın. Hastane bahçesinde bir büfe, bekleme salonu varsa bu hasta yakınlarına da iyi gelecektir. Arada bir nefes almak hasta yakınlarının sağlıklı kalmasını sağlar. Daha objektif düşünmenin herkese daha faydalı olacağını aklınızdan çıkarmayın.

Hastamız bizi duyuyor mu?

En çok gelen sorulardan biri bu. Hasta uyutulduğu sürece sizi duymaz. Hisseder. Bu şöyle bir şey. Ağır uykusu olan kimseler bilirler. Uykudan uyanmadan yatak değiştirirler ya da su içerler. Sonrasında hatırlamazlar. Ama onu yatağına kaldıranın ya da suyu içirenin komutlarını dinlerler. İşte bilinçsizce olsa da bu durum uyuyan hastanın komutları yerine getirmesi gibidir. Hasta uyandırıldığında söylediklerinizi duyar, komutlarınızı bilinçli yerine getirir. Bu durum kimseyi aldatmasın. Hasta hissediyor olduğundan onun çok sevdiği müzikleri bir MP3 çalar ile dinletmek hastanın toparlanmasına yardımcı olacaktır. Doktorlar çoğu zaman refleks dese de hasta yakını hastasının hissettiğini anlar ve hasta da doktora ya da hasta bakıcıya vermediği tepkiyi verebilir.

Özellikle yoğun bakımda ve uyandırılmış hastalar olup bitenin farkına vardığından mutsuz ve isteksiz olabilirler. Önceki yazılarımda uzunca yazdığım gibi yoğun bakımda geçen güçlü bir psikolojik zorluk vardır. Bu zorluk hastanın uyanma arzusunu tetikleyeceği gibi yaşama sevincini olumsuz olarak etkileyebilir. Hastanızın sizi duyduğunu ve bir an önce kalmak istediğini unutmayın.

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan

https://52dakika.blogspot.com.tr/
https://www.facebook.com/52dakika/




8 Eylül 2017 Cuma

Hastalıktan neler öğrendim 4 çaresizlik

Çaresizlik.

Hasta yakınlarının çaresiz bir bekleyişi vardır.
Bahsettiğim oğlu grip olunca nane limon kaynatıp çocuğunun öksürüğü kesilsin diye bekleyen anne çaresizliği değil.

Bu ameliyata giren birinin yakınları için de, yeni doğacak çocuğunu doğumhane kapısında bekleyen baba için de, yoğun bakımda yatan bir hastanın yakını için de benzeşiyor.
Sonuçta bilinmezlikle beklenen bir süreç var. Maalesef bu süre bazen dakikalar bazen de günler sürebiliyor. Benim için aylarca çaresizce beklemişlerdi.

Yazılarıma gelen onlarca cevap mektubunda yazanlar için  hep aynı endişe ve çaresizlik görünüyor. Kiminin kardeşi kiminin annesi kiminin babası kiminin bir yakını. Herkesin ortak sorduğu soru şu.

-          Acaba iyileşir mi?

Öncelikle şu bilinmeli ki ben doktor ya da şifacı değilim. Bu durumda doktorunuzun söyledikleri esas alınmalıdır. Ben sadece yaşadıklarımı yazmaya ve hasta yakınlarına moral vermeye çalışıyorum. Vereceğim moral de kendi yaşamış olduğum durum ile alakalı bir bağ kurabilmek ve araştırıp öğrenebildiklerimi paylaşmak. Hastanın ne aşamada olup biteni anlamaya başladığını ve algıladıktan sonrasında neler hissettiğini anlatmak. Benim neler yaşadığımı ve benzer durumları hastanızın da hissetme ihtimali olduğunu söyleyebilmek.

Hasta yakınları doktorların ağzından çıkacak iki kelimeyi bekliyor ve bu iki kelimenin olumlu olmasını diliyor. Haklılar da. Hastayla görüşmesi on dakikayla sınırlı olan bir kişi, dışarı çıktığında sadece “beni tanıdı, duyuyor, anlıyor” gibi bilgi getirebiliyor. Hasta yakınlarının bu çaresizliği bazen umutsuzluğa dönüşüyor ya. Dönüşmesin. Her şey iyiye gider gibi bir iddiam yok elbette. Ama siz enerjinizi olumlu tutmayı sürdürürseniz bu hastaya iyi gelecektir.

Buna çeşitli inanışlarda çeşitli isimler bulmak mümkün. Ben enerji demeyi seçtim.

Doktorlar hasta yakınlarını her ihtimale hazırlamak zorunda. Bir doktor hasta yakınını gereksiz ümitlendirir ve sonuç ümit edilen gibi olmazsa hasta yakının üzüntüsü daha büyük olacaktır. Doktor en kötü duruma hazırlar ve sonuç müspet olursa sevinç çok daha büyük olacaktır. Doktoru beklerken böyle düşünülmeli. Doktorun her söylediği kaydedip sonrada “ne demek istedi?” diye Google araması yapmak çok doğru bir şey değil. Çünkü arama motorlarında maalesef çok yalan yanlış bilgi var.

Bir de her gelen ziyaretçinin bir fikri, bir ön görüsü olur. Her söylenen ciddiye alınmamalı. Belli ki bir yerlerden duymuş, okumuş veya bir yakının yakını benzer bir durum yaşamış. Bunun hasta yakınlarına çok da fazla bir faydası olmaz. Çaresizlikle her söyleneni doğru kabul eder ve her denileni yaparsanız sonuç karmaşadan başka bir şey olmaz. Her gelen fikrini söyler ve gider ama hasta yakını yine doktorun söyleyeceği iki kelimeye kalır.

Çaresiz olduğunuzu hissettiğiniz zaman hastadan uzaklaşmak en iyi terapi. Hastane bahçesi, bir çay her durumda iyi gelir. Sürekli kapıda beklemek ve hastanede olmak hasta yakınının psikolojisini olumsuz etkileyeceğinden, olup biteni yanlış anlamasına gereksiz panik yapmasına sebep olacaktır. Bu durumda hasta yakınının bir nefes alması iyi olabilir.

Benim hastalığım spesifik bir durum. Hastanenin acil servisinde başıma gelmiş bir olay ve genç bir hekimin inadı sayesinde hayatta kalmışım ve sonrasında çok iyi bakıldım. Şu, muhakkak fark edilmeli ki Beynim 52 dakika oksijensiz kalmamış. Kalbim durmuş ve 52 dakika sonunda yeniden çalışmış. Ama bu süre içinde dişlerim kırılarak oksijen takviyesi yapılmış. Beynin 52 dakika oksijensiz kalması durumu yok. Beyin saniyeler içinde bile büyük hasar oluşan bir organ. Ve hasarın giderilmesi çok zor. Ben şu anda -konuşma yavaşlığı ve sağ el parmaklarımın sıkıntısı dışında- iyiyim. Ancak bu her hastanın iyileşeceğini göstermiyor. Hukukta olduğu gibi bir emsal dava olarak gösterilemem yani.

Her hastanın geçmişi, yaşadığı sıkıntı, aldığı hasar, yaşı, bulunduğu yer farklı olduğundan benim yaşadıklarımla kıyaslanırken dikkat edilmeli.

Gelen yazılardan gördüğüm kadarıyla herkes çaresizce bekliyor. Umudunuzu hiç yitirmeyin ama gereksiz umutlar da üretmeyin. Sonuç hayal bile edilemeyecek kadar iyi de olabilir, hayal kırıklığı da.

Sevgiyle kalın.

Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


https://www.facebook.com/52dakika/

7 Eylül 2017 Perşembe

Hastalıktan neler öğrendim 3 Sağlığın önemi.

Sağlığın önemi.

Hasta olmadan önce sağlığına dikkat etmek. Benim en büyük sorunum buydu. Aşırı stresli ve çok yoğun çalışırdım. Günde iki paketten fazla sigara içerdim. Sabah erkenden çıkar gece saatlerinde eve gelirdim. Hatta evde gündüz gözüyle görmeyi özlemiştim. Sürekli seyahat eder ve geceleri çalışırdım. Hostesler beni hatırlar olmuştu. Cumartesi öğleden sonra Adana’ya gider Pazar gecesi dönerdim. Bir Ankara, bir Gaziantep, bir Trabzon. Yoruyormuş insanı. En büyük hayalim her şeyin durduğu bir Anadolu kasabasına yerleşmek ve biz çay ocağı işletmekti.
En sonunda ne oldu?
Pat diye her şey bir anda durdu. Şimdi bir şeyler yapabilmek için uğraşır oldum.
Sağlığa özen göstermez ve çok hararetli yaşarsak sonuçta Newton’un Renk Çarkı gibi her şey bembeyaz oluveriyormuş.
Şimdi en sevdiğim Gibson gitarımı çalamıyorum. Yıllarca koleksiyonunu yaptığım değerli dolmakalemlerimi kullanamıyorum.
Yıllar önce – daha kızlarım 12 yaşındayken- bana bir ders vermişlerdi.
En büyük lüksümüzün kitap satın almak olduğu zamanlarda Şişli’de bir küçük sahafta yine bir Pazar gezmesi ve biz kitap alıyoruz.
Kızlarımla aramızda şöyle bir konuşma geçti;
-Baba, sen bu kadar kitap alıyorsun ama ben seni hiç okurken görmüyorum.
-Okurum ilerde
- ne kadar ilerde?
- bilmem vaktim olunca herhalde
-Peki güncelliğini kaybederse?
-hatırlarım, daha iyi ( burada satış yeteneklerimi kullanmaya başlıyorum)
- peki ilerde ne zaman?
-Ne bileyim emekli olunca falan (kıvırmaya başlıyorum)
Diğer kızım araya girdi
-peki kör olursan ilerde?
-………………
Dondum kaldım. İlerde ya kör olursam. Kör olmadım ama yazı yazmamda ve gitar çalmamda eksik kaldım. Hastalanınca kitap okudular bana. Eminim kör olsam da okurlardı. O yaşlarda söylemeye çalışmışlardı ama önemsemiştim.
Diyeceğim şu ki ; sağlıklıyken sağlığın kıymetini bilmek gerekiyormuş.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


https://www.facebook.com/52dakika/

6 Eylül 2017 Çarşamba

Hastalıktan neler öğrendim 2 Sevenlerin desteği, dostlar kim?

Sevenlerin desteği, dostlar kim?

Hastalanmak normal bir durum. Herkes çeşitli sebeplerden hasta oluyor, hastanede yatıyor, yoğun bakımda kalıyor. Bu hayatın gerçeği elbette. Hasta için de zor hasta yakını içinde.
Eminim herkes hasta yakını olmuştur. Herkes birileri için meraklanmıştır. Bu merak işi öyle “yaşar mı ölür mü?” gibi bahis konusu değil elbette. Bahsettiğim şey sevenlerin endişeli bekleyişi.
Hasta olduğumu duyan gelmiş.
Bunların içinde sevenler çoklukta olsa da sadece meraktan gelenler de olmuş. Bunu ben iyileşince anlatılanlardan öğrendim. Ölmüş gibi konuşanlar da olmuş, ben hastalanınca benim işime göz koyanlar da olmuş. Uzun yıllar iş verdiğim, zor gününde yanında durduğum, dost olduğumu sandığım arkadaşlarım gelmiş. Bir iki defa sadece. Örneğin bir arkadaşım vardı. Eşinin ölümüne ondan çok üzülmüştük. Ailecek görüştüğümüz, defalarca iş bulduğum biri arkamdan işimi almaya çalışmış, yine onun sayesinde tanıştığım bir arkadaşım da depresyondayken elinden tutup kendime ortak etmeye çalıştığım kişi arkamdan gelip “onu kimse sevmezdi ama herkes saygı duyardı “diyebilecek kadar küçülmüş. Bir yerde haklı. Beni tanırsanız ya çok seversiniz ya da hiç sevmezsiniz. Ben de insanları öyle severim çünkü. Ölesiye severim. Tanırsanız beni siz de öyle seversiniz. Ortası yoktur. Mış gibi, sanki gibi bir dostluk yoktur.
Yerime göz koyan çalışanlarım olmuş, koltuğuma oturmaya çalışanlar olmuş. Benim varlığımda müsaade etmediğim tek şey olan istismarı yapmaya çalışanlar olmuş. Yapanlar da olmuş.
Bunlar dost bildiklerimizmiş. Onları silip bir kenara koyduk. Konumuz sevenler ve gerçek dostlar.
En büyük sıkıntı bekleyenler içinmiş. Onların doktordan duyacakları üç beş kelimenin ardından hastane köşesinde yatıp kalkan eşim, kardeşim ve kızlarımın bir sürü arkadaşı manevi destek olmuşlar.
Benim için mevlit okutan da olmuş, kilisede mum yakan da olmuş R2 seansı yapan da olmuş, hatta içip içip hastaneyi basmaya çalışan da. Herkes inandığı şekilde enerji göndererek desteklemiş. Bir de kızlarımla, eşimle hastanede her gün kalan, bekleyen olmadı gelip giden veya onlara kılık kıyafetten yemeğe kadar sürekli destek olanlar var.
Haberi olmayan ya da sonradan haber alan çok insan oldu. Hastane koridorunda neredeyse bir keşmekeş yaşandığı olmuş. Ama çoğu duyup ziyarete gelmiş bir defa ve ilk hastanede. Tek sefer de olsa ziyaretime gelenleri yadırgamıyorum. Herkesin bir yaşam mücadelesi var elbette. Ama gerçekten dost sanıp tüm sonradan öğrenenler gibi yapmasalar iyi olurdu.
Dostları kategorize etmem. Dost vardır, arkadaş vardır. Ama işini gücünü bırakıp sürekli benimle ilgilenenleri de ayrı tutmak istiyorum. Onlar benim düzeleceğime inanmışlar ve destek olmuşlar. Her durumda koşan kızlarımın arkadaşları, sağlığımda gerçekten beni tanımış ve sevmiş olanlar, eşimin arkadaşları, ve gerçekten sevenler olduğu sürece atlatılıyormuş. Onlar hangi hastaneye götürülseniz oraya gelmişler.
Hastalığımın sonucu gerçek dostluğu öğretti. Özellikle hasta yakınları için yapılan manevi destek çok önemli. Arkanda az da olsa birilerinin olduğunu görmek hasta yakınlarına güç veriyormuş. Bu yanınıza gelen eşinizin gözünden okunuyor.
İnsan sağlığında dost biriktirmeliymiş.
Dost bildiğiniz insanların ayrımını düzeldiğinizde anlıyor ve daha bir sarılıyorsunuz.
İyi ki varsınız.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan

https://www.facebook.com/52dakika/



29 Ağustos 2017 Salı

Hastalıktan neler öğrendim.1 Devletin sağlık sistemi çökmüş.

Hastalıktan neler öğrendim.


Hastalığın iyisi kötüsü olmaz.
Hastalık hastalıktır. Her hastalık hem hasta için hem de sevenler için zormuş. Bu işin en can alıcı kısmı. Hele hele uzun soluklu bir durumsa iyice zormuş. Hasta da hasta yakınları da bu anlarda koluna girecek birilerini bekliyor.

Devletin sağlık sistemi çökmüş.

Maalesef şatafatlı açılışlarla bol bol hastane açsak da, her hastaneye yakışıklı bir tabela asılsa da bu işler gösterişle olmuyor. Apartmandan bozma üniversitelerde eğitim almış ya da yurt dışında parayı basıp uzmanlığını almış doktorlar değil, bize mesleğini insanlığa hizmet olarak gören tıpçılar gerek. İşini çok iyi yapan ve insana insan muamelesi yapan tıp çalışanlarını tenzih ederek söylüyorum.
Özel hastaneler birer otel olmuş. Hastanede, girişte “reception” yazılır mı? Gördüm. Özel hastanelere düştünüz mü her testi, her muayeneyi yapıyorlar. Biri sizi hiç gereği yokken başka bir doktora gönderiyor. Her doktor lüzumlu lüzumsuz testler istiyor. Sonucu ilk gittiğiniz doktor veriyor. Siz bir sürü para harcamış oluyorsunuz bu arada. Özel hastanelerle ilgili çok şikayetler olduğundan ve benim yazdıklarımdan çok daha ağır şeyler gördüğümden burada onlardan çok bahsetmeyeceğim.
Ben devlet hastanesinde kaldım. Orada yeterli sayıda yatak olmadığı gerekçesiyle beni bir özel hastaneye gönderdiler. Ya ne demek bizim yeterli yoğun bakım ünitemiz yok. Bakın diğer yazdıklarımda isim de vermiştim. Ben ülkenin en çok bilinen ve en donanımlı kalp ve damar cerrahi hastanesinde kaldım. Burada yatağın yeterli olmaması demek zaten filmin başlangıçtan kopuk olduğunu gösteriyor.
Geçmişte anlamıştım işlerin ne kadar karmaşık olduğunu. Geçmişte,
O gün çok işim olduğu için hastane randevusunu sabahın ilk sırasına almıştım. Sabah yedi buçuk gibi oradaydım. Meğer benim aldığım sıra numarası almak için sıraymış. Bir personel beni siz sıra numarası aldınız mı?” deyince uyanmıştım. Girdim kuyruğa elimdeki sıra numarası erken olduğundan bana saat sekiz buçuk gibi muayene olacağıma dair bir başka sıra numarası verdiler. Bekledim. Sıram geldi ama doktor yoktu. Hastane personeline sordum.” Ne zaman muayene başlar” diye. Verdiği cevap beni delirtti. ” Doktor trafikte daha gelmedi, gelince önce yatan hastaları ziyaret eder sonra muayeneye başlar” dedi. Çıldırmak üzereydim ve aynı gün çok önemli bir işim olduğundan belli ki muayene olamayacaktım. Bir başka personele nereye şikayetçi olabileceğimi sordum. Önce gülümsedi sonra tarif etti. Gittiğimde Hasta Hakları Odasında bir personel kahvaltı ediyordu. Karşısındaki masanın boş olduğunu görünce diğer personelin trafikte kaldığını anlamıştım. Şikayetimi söyledim. Ağzında yemekle ne söylediğini anlamasam da şikayetimi bir excel tablosuna yazdı ve ben çıktım. Bir daha beni arayan soran olmadı.
Yani diyeceğim şu ki,
  • -          Personelin önce hastanın insan olduğunu anlaması gerekiyor. Hasta zaten bir sıkıntısı olduğu için karşınızda. Size muhtaç olmasa ne işi var orada.
  • -          Öyle renkli sıra numarası gösteren ekranla sağlıkta devrim yapılmıyor. Önce randevu saatini tutturacaksın. Sonra muayene süresini hastanın işi bitene kadar sürdüreceksin.

  • -          Personelin insani duygular konusunda eğitimli olacak. Burası tapu müdürlüğü değil ki bugün git yarın gel. Hastayı gören her personel “benim işim değil bu iş” demeden hastayla ilgilenecek. Bir insan hastaneye gidiyorsa belli ki sağlığında bir sıkıntı var. Önce hastane personelinin hastayı profesyonel bir işmiş gibi görmesini engellemelisin.
  • -          Kapıdaki güvenlikten hasta bakıcına kadar, Hemşirelerden ambulans şoförüne kadar herkes yaptığı işin insan hayatıyla ilgili bir iş, hatta bir gereklilik olduğunu anlayacak.
  • -          Hastanende yeteri kadar yoğun bakım ünitesi, küvez,mr ekg gibi cihazın olacak.
  • -          Herkes bilinçli bir şekilde eğitilecek. Bu bir zincir ise zincirin tanıdan tedaviye kadar her halkası sağlam olmalıdır.- Ben yoğun bakımdayken fizik tedavi görmem gerektiği eşime söylenmemiş- Benim gibi iyileşme ihtimali az olan hastalar için hasta yakınlarına gereklilikler hakkında hiçbir bilgi verilmemiş.

Bu işler sadece tıp fakültelerinde kalmamalı. Tıp fakültelerinde doktorlar, hemşireler tıbbi eğitimini alsa da, randevuyu aldığın ya da acil servise geldiğin andan itibaren hastanın işi sadece doktorla değil ki. Doktoru – ameliyat değilse- on beş dakika görebilirsin. Sonrası?

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




22 Ağustos 2017 Salı

Komik şeyler.

Komik şeyler.

Işık gördün mü?
Benim kalbimin durduğunu öğrenen herkes bu soruyu sordu. Öbür tarafa gidip gelmiştim yaJ Haklı insanlar. 52 dakika içinde kim bilir neler yaşamıştım. Her yakınım ve hikayemi dinleyen herkes bu Soruyu muhakkak sordu. Gülüp geçiyoruz elbette ama zor tabi benim için de benim durumumu bilen yakınlarım için de.
Hani “Her canlı ölümü tadacaktır.” der ya kutsal kitap. Ben o ölümü tatmıştım sanki. Bir şeyler görmüş olmalıydım. Gidip gelip haber getirmem gerekiyordu J
Bu durumda şunu söylemeliyim. “ışık falan yok”.
Evet yok öyle bir şey. Bilincim kapalı olduğundan mı yoksa gerçekten bunun bir uydurma olduğundan mı bilinmez. Ama yok öyle bir şey. Bunun en güzel açıklaması Cem Yılmaz şovunda var.
Ben zaten hastalandığım günü hiç hatırlayamıyorum ve ancak yoğun bakımda uyandırıldığımda farkına varmışım ya, varsa bile hatırlamıyorum. Ama böylesine önemli bir şey olsa hatırlardım sanırım.
Sen sarhoş musun?
Fiziksel bir bozukluk olmadığından hasta olduğum anlaşılmıyordu. Saçlarım yeniden uzamış, eski kiloma dönmüştüm. E alnımda da yazmıyordu ki. “Bu adamın kalbi 52 dakika durdu. Beyne oksijen gitmediğinden konuşması sıkıntılı.”
Tarlabaşı’nda bir yer sordum. Genç bir çocuktu. Ve oralarda her şey bulunduğundan benim konuşmamı kafam güzel sanmıştı çocuk.
-          Abi sen ne içtin hiç kokmuyor
dedi. Çok güldüm. Gülmek iyi bir şey.
Amedeus ilk kullanan olmak.
Bir önceki yazımda yazdığım gibi, uzun bir fizik tedavi sürecinden sonra dışarı çıkmaya başlamış ve bir özel hastanede bulunan cihazı kullanmaya gider olmuştuk. Ancak bu cihaz Türkiye’de tek ve ilk kullanıcısı bendim. Fizyoterapistler kısa bir eğitim görmüş ve hasta kayıtlarında hep yalan hesaplar açılmıştı. İlk gerçek kayıt bendim. Aslında o makinenin yegane kullanıcısı da bendim.
Uzun bir uğraştan sonra fizyoterapistin ve benim gayretimle çözdük cihazı. Basit, oyun yüklü ve kullanımı çok zor olmayan bir cihazdı. Toplama bir bilgisayar, alakasız bir klavye  ve çok da makinaya uymayan bir ekran. Özünde bir bilgisayar programı ve oyunları sadece parmaklarınıza yapıştırdığınız mıknatıslar sayesinde oynuyorsunuz. Ancak ben mükemmeliyetçi biri olduğumdan makinayı sorgulamaya başlamıştım.
Arkadaş milyon lira ile para sayılmış bit cihaz, dandik bir bilgisayar seti – belli ki hastanenin eski bilgisayarlarından toparlanmış- ve Bayrampaşa’da herhangi bir tornacı ustasına yaptırılmış kalitede bir işçilik. Oldum olası kızarım alınan paranın hakkını veremeyenlere.
Bir gün yine seanstayken bir firma yetkilisi geldi. Belli ki çağırmışlar. Adama içimi döktüm. Rahatladım ama inanın ben oraya gidip geldiğim sürede hiçbir değişiklik olmadı. Yara bantından bozma bir bant vardı. Almanlar bu işi böyle yapmaz belli ki bunları akşam evde firma sahibi kendi kesmiş, ve hatta kesememiş.
Robotun kullanımını umarım öğrenmişlerdir ve birilerine faydalı oluyordur. Ama ilk kullanıcı olmanın verdiği sıkıntı büyüktü.
Fizik tedavi doktorunun hasta olduğumu anlamaması.
Hala çare arıyoruz ya. Bir doktora gittik. Ama aradığımız doktor değil ve yanlış yerden randevu almışız. Randevu aldığımız bölüm Fizik Tedavi.
Sıramız geldiğinde girdik içeri ve durumu anlattık. Doktor hemiplejiyi anlamadı. Beni evirdi çevirdi ama kusur göremedi. Sağ elim hala iş görmez oysa. Artık nasıl bir fizik tedavi gördüysem fizik tedavi doktoru bile anlayamadı. Her gittiğim doktora epikriz raporunu gösteriyordum. Okuyan tüm doktorlar çok şaşırıyordu ama o bir başka şaşırmıştı.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



21 Ağustos 2017 Pazartesi

Amadeo El Parmak Robotu

Amadeo El Parmak Robotu
Artık dışarı çıkabiliyorduk artık. Her gün bir özel hastanede bulunan bir fizik tedavi bölümüne gitmeye başladık. Yani sabah Nihat Bey’le çalışıyor akşamüstü bu hastaneye gidiyor ve oradaki El Parmak Robotu ile çalışıyorduk.
Bu robot Türkiye’de sadece bu hastanede vardı. Birkaç farklı robot denedik ama benim için en uygunu buydu. Ülkede ilk olarak bu hastaneye satılmıştı ve ilk hastası da bizdik. Her gün düzenli olarak gidip bir saat çalışıyorduk. Orada yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
  • ·         Fizik tedavi bölümleri özelleştirilmiş.

Bunu burada öğrendik. Türkiye’de pek çok hastanede olduğu gibi bölümler ayrı ayrı özelleştirilmiş. Örneğin diş hastanesine gidiyorsunuz bu özelleştirilmiş. Yani siz bir üniversite hastanesine gittiğinizi sanıyorsunuz ve mutlusunuz. Ama özel hastane devletten kişi başı parasını alıyor ama hizmeti başka bir anlaşmalı kurum veriyor. Yani özel hastaneler de mini özel hastaneler varmış. Bu mini hastaneler bulunduğunuz hastanenin taşeron işini yapıyor. Çok acayip bir durum bu. Ama gerçek.
Gittiğimiz fizik tedavi bölümü de özelleştirilmiş. Bu şu demek. Örneğin; on fizik tedavi uzmanı var ve her biri bir saatten günde seksen hastaya bakacakken bu sayı yüz yirminin üzerinde. Böylelikle her hastaya bir saat fizik tedavi hizmeti sunulamıyor. Bir başka deyişle her fizyoterapist aynı anda birden fazla hastayla ilgileniyor.
  • ·         Amadeo El Parmak Robotu ilk.

Ve bu makine bahsettiğim hastaneye yürüme tedavisinde kullanılan başka bir robot ile birlikte satılmış. Sanki zorla satılmış gibi, hiç eğitimi de verilmemiş ve hasta da bulunamıyor. Hiç duyurulmamış ve hiç tanıtımı yapılmamış. Biz makineye ilk oturan hastayız. Hasta kayıtlarını tutan bir bilgisayar var ve benim ismimden başka hiç gerçek kayıt yok. Bir fizyoterapist hanım açtı makinayı. Ve belli ki kendisine çok kısa bir tanıtım yapılmış olmalı. Beraber keşfettik birlikte. Ben birkaç ay gittim ve inanın en çok ben biliyordum. Hatta o robotun tek hastası ben olduğumdan bir süre sonra ben gittiğimde fizyoterapist bile gelmeden açıyorduk makinayı. Sonradan selamlaşmak için geliyorlardı ve benden başka hasta olmadığından istediğim zaman, istediğim kadar kullanmama izin vermişlerdi. Bu çok acı bir durum. Çok para verilerek – ki eminim bunun için devlet fonu, teşvik bir şeyler kullanılmıştır-alınan bu cihaz öylece yatıyordu. Sadece bizler gibi bir meraklının arayıp sorup bulabileceği bir yerde. Gaziosmanpaşa’ da eksi dördüncü katta bir fizik tedavi ünitesinde öylece kullanılmayı bekliyordu. Doğru düzgün tanıtımı yapılsa ve kullanıcılar tarafından bilinse eminim pek çok hastayı heyecanlandıracaktır. Hastanenin adını buradan yazmıyorum. Bana mail ile ulaşalar bu bilgiyi alabilir.
Büyük müzisyen Wolfgang Amadeus Mozart’tan esinlendirilerek isimlendirilmiş bu tıbbi cihazın ismine yakışır bir vizyonla sunulmasını beklerdim. Ancak maalesef bir bodrum katında öylece bekliyor hastalarını.
El parmak robotu ile birlikte satıldığını anladığımız bir üçüncü makine daha vardı. Bizimkini yanında boş bir alanda duran tekerlekli sandalye benzeri bir başka cihaz. Ve o cihaz, ben oraya gidip geldiğim dönemde hiç çalıştırılmadı. Denilene göre bu cihaz için eğitim bekleniyormuş. Düşünün ben dört ay boyunca her gün oraya gittim ve o sürede eğitimi verecek bir kişi gelmedi. Teşvikle alınan bu milyonluk cihazlar öylece duruyor.
  • ·         Fizik tedavi hastalarının öncelikleri,

Orada pek çok hastayı tanıma fırsatım oldu. Gelen çok hastanın derdi sadece yürüyebilmek. Yani fizyoterapistlerin dediğine göre hastalar devletin yılda almış günle sınırlandırdığı fizyoterapi hizmetini kullanırken sadece ayağa kalkabilmek olarak görüyormuş. Bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu süre heyet raporuyla uzatılabiliyor. Yani gittiğiniz hastane gerek görür ve heyet onaylarsa bu süre daha da uzatılabiliyormuş. İşin peşini bırakmayın.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


18 Ağustos 2017 Cuma

Artık evden çıkıyorum.

Artık evden çıkıyorum.
Bir sabah seansında Nihat Bey’e dedim ki,
-Ben araba kullanabilir miyim?
Baştan çok sevimli gelmedi ama benim çok inançlı oluşumu görünce
-          Deneyebilirsiniz.
Dedi. Hemen arkadaşımı aradım ve beni dışarı çıkartmasını istedim. Hastalandığımda arabamızı ona bırakmıştık. Sağ olsun koştu geldi. Hemen Kağıthane’deki sürücü kursu pistine gittik. O zaman denemek istediğimi ve yanıma oturmasını istedim.
Oldu.
Kullanabiliyordum. Çok garip gelmişti. Sürücü koltuğuna oturduğum on altı yaşım aklıma geldi.
Eve kadar ben geldim hatta. Ve hatta evimin bulunduğu sokağa – ki eskiden de öyle yapardım – geri geri girdim. Bu çok sevindirici bir şeydi ve büyük bir gelişmeydi. Artık her gün eşime bir yerlere gitmeyi teklif eder olmuştum. Özgürdüm ve İstanbul yeniden benimdi.
İlk araba kullanmamı sabah heyecanla Nihat Beye gururla anlattım. Çok sevindi. Çok mutluydum çünkü.
Ertesi sabah içim içimi yiyordu. Bir bahane bulup dışarı çıkmalıydık. “Hadi çay içmeye Karaköy Kahvesine gidelim”
Şöyle bir karar aldık birlikte.” Hastalanmadan önce sevdiğim şeyleri yemeye gidelim” dedik.
Artık hem yemek yiyebiliyor hem de araba kullanıyordum ya tadını çıkarmalıydım iyileşmenin.
Öne Balattaki kuru fasulyeciye gittik. Hem hastane kontrollerim vardı hem de dışarı çıkmak için bahanem. Kuru fasulyeyi çok severim. İstanbul’un en iyi yerlerini arar bulurdum eskiden. Sadece Karadeniz kuru fasulyesini mükemmel yapan yerleri değil ama, şöyle bol sulu kamyoncu kuru fasulyesi yapan yerler vardır. İnşaat alanında, benzinliğin içinde falan kimsenin bilmediği yerler. Balat’taki çömlekteki fasulye daha önce dikkatimi çok çekmişti ama hiç vaktim olmadığından uğrayamamıştım. Bu gün o günmüş.
Hayatta daha içilecek suyun varmış, alacağın nefes varmış derler ya. Benimki de o hesap. Daha yiyecek kuru fasulyem varmış gibi oldu. Daha sonra birlikte olduğum her eski arkadaşıma bu espriyi yaptım.
-          Daha birlikte içilecek çayımız varmış.
Artık dışarı çıkabildiğime göre her yer benimdi. Karaköy Kahvesi çok sık gittiğim bir yerdi. Beni orada tanırlar, severler. Oraya çok sık gider olmuştuk. Hemen hemen her gün oraya gitmek için bir bahane buluyordum.
Eskiden sevdiğim her şeyi yemeye çalıştırıyordu eşim. O da alışmıştı. Her gün bir yerlere gider olmuştuk. Çapa’da hastanenin tam karşı sırasında nefis bir lahmacuncu vardır. Oraya gittik örneğin. İstanbul’daki en iyi Gaziantep lahmacununu orası yapar bence. Çok lüks bir yer değil. Hatta çocukluğumdaki lahmacuncu gibi nostaljik bir yer. Hani şu çok meşhur bir Unkapanı pilavcısı vardır ya oraya gittik. Dönerciler, pideciler, tatlıcılar bütün gün geziyorduk.
Hastalanmadan önce gezemediğim her yere gidebilir olmuştum. Ertesi sabah Nihat Bey’e her şeyi anlatıyordum. Her sabah dinlemekten sıkılıyorduk belki ama ben anlatmaktan sıkılmıyordum.
Öğleden sonra da çıkıp başka bir hastanede bulunan el-parmak robotu – bir fizik tedavi cihazı- ziyaretimiz oluyordu. O hikayeyi başka bir yazıda uzun uzun paylaşacağım.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


16 Ağustos 2017 Çarşamba

Evde fizik tedavi.

Evde fizik tedavi.
Hiç ara vermeden fizik tedaviye devam ettik. Hastanedeki fizik tedavi uzmanım Nihat Dağ her sabah eve geldi. Hiç üşenmeden sabah altı gibi evinden çıkıp saat yedide bizde oluyordu. Hastanedeki görevine devam ettiğinden böyle bir saat ayarlaması yapabilmiştik. Sabah saat yedide başlayan fizik tedavi saat dokuza kadar sürüyordu.
Tam iki saat boyunca çekme, germe, yürüme, el kol çalışma sürdü. Günlerce, haftalarca hatta aylarca.
Acılı ve ağrılı geçen zamanlardı. Her sabah uyandığımda Nihat Bey geliyor ve günaydın faslından sonra başlıyordu ayaklarımı çekiştirmeye.
On kere sağ bacak on kere sol bacak hem eğiliyor hem bükülüyor hem çekiştiriliyordu. Canım acıyordu elbette ama yapacak bir şey yok. Sonra sağ kolum. Ters çevriliyordu. Yine canım acıyordu ama direniyordum. Bazen gözümden yaş gelene kadar sürüyordu.
Sonra hadi koridorda yürüme çalışması.
Ardından masaya koyduğumuz havlunun üstünde el çalışması. Kolumu, elimi, bileğimi sürekli esnek hale getirmeye çalışıyorduk.
Fizik tedavide iyileşmesi en zor olan bölüm parmaklarmış. Şöyle bir gerçeklik var. Örneğin kolunuzda üç eklem var. Omuz, dirsek ve bilek. Bunlar halloldu. Ama sadece bir elimizde on beş eklem var. Onun iyileşmesi oldukça zor. Çok uğraştık. Ne alet edevatlar aldık ama olmadı. Elim iyileşmedi hala. Sağ parmaklarımda sorun var.
Sol elimi kullanmaya başladım. Sağ elimle poşet taşıyabiliyorum ama sağ elimle kalem tutamıyorum hala. Tıpkı Nihat beyin dediği gibi;
-          Gürkan Bey, parmaklara gerekli özeni göstermezsek bu el sadece poşet taşımaya yarar.
demişti. Öyle oldu. Şu an maalesef sadece poşet taşımaya yarıyor.
Burada fizyoterapistin önemi ortaya çıkıyor.
Nihat Bey benim hem dostum oldu hem psikolojik danışmanım oldu. Onun dediği her şey doğru çıktı. Yarım konuşmamla beni dinledi, anlamaya çalıştı, tavsiyelerde bulundu. Her dediğini yapmaya çalıştım. Elimden geldiğince dediklerini denedim. Sağ elimin dışında düzelmeyen hiçbir yerim kalmadı. Sanırım biraz bıkkınlık geldiğinden sağ elime gerekli özeni gösteremedim belki. Belki de bu kadar düzelebilecekmiş. Bilemiyorum. Saatlerce çeşitli oyuncaklar tutmaya çalıştım. Aldığımız tahta oyuncaklar vardı. Parmaklarımın gelişebilmesi için. Onlarla oynadım. Yazı yazmaya çalıştım. Gitar çalmaya çalıştım. Fizik tedavi için alınan bir Elektroterapi aletini günde birkaç kez bağlıyordum. Ama olmadı.
Önce adım atmaya çalıştım. Sonralarda adım atmanın bir ötesinde ayaklarımı aynı hizada tutup yürümeye çalıştım. Sonra geri geri. Her gün iyiye gidiyordu. Bir süre sonra koridorda gözlerim kapalı ileri ve geri adım atmaya başladım. Sonrasında ayaklarımı diğerinin arkasına atarak gözler kapalı adım atabilir olmuştum. Ayağa kalktıktan bir süre sonra evdeki fizik tedavi iyi gelmişti.
Ve her gün evde uğraşıp durduk.
Bu arada artık kısa mesafe yürüyebilir olmuştum. Dışarı çıkabiliyor ve sokakta yürüyebiliyordum artık. Önceleri evimizin yüz metre ötesindeki kafede çay içmeye gittik. Zorlanıyordum ama başarabiliyordum. Her sabah Nihat Bey’e önceki gün ne yapabildiğimi anlatıyordum. Bu hem ona hem bana moral veriyordu. Dedim ya; “Nihat benim hem dostum hem fizyoterapistim hem psikoterapistim oldu” diye. Ona anlatabilmek iyi geliyordu. Çok konuşamasam da derdimi anlıyordu. Her dediğim anlaşılamasa anlama çalışıyordu.
Bir gün arkadaşım Türkan ve Özgür  geldiler ziyaretime. Dışarı çıkmayı teklif ettiler. Biraz tedirgin olmuştuk . Hani Neil Amstrong'un aya ilk adımında söylediği cümleler, “aslında insan için ufak insanlık için büyük bir adım” tam tersi, benim için çok büyük bir adımdı.
Beraber Karaköy Kahvesi’ne gittik. Harika bir gündü. Hem dışarıya ilk çıkışım, hem en sevdiğim ve hayalini kurduğum yere gidişim, hem de dostlarımla beraber.
Tabi sabah Nihat Bey’e bunu söylemek ilk işim oldu. Büyük bir keyifle. Artık dışarıya çıkabilmeye başlamıştım başlamasına da hala her sabah sürüyordu fizik tedavi. Yine git-gel adım at, ayaklarını çapraz yap.
Acılı ve zor bir süreç. Hiç kimseni bunları yaşamasını istemiyorum. Ama eğer mecbursanız yapın, yaptırın. Küçücük bir umut bile olsa, dışarıya çıkıp yürüyebilmek çok zor diye görünse de muhakkak uygulayın bu tedaviyi. Sonu iyi oluyormuş. Denedim ve gördüm.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan





12 Ağustos 2017 Cumartesi

Eve ilk gelişim

Eve ilk gelişim
Eve geliş yolu uzun sürmüştü ve ben yolu tarif etmiştim. Bu oldukça moral vericiydi. Demek hafızam yerine gelmişti. Eve gelirken hemen bir şey fark ettim. Bizim eve giden cadde ters yöne dönmüştü. Gidiş geliş olmuş, geliş gidiş olmuştu. O anda “daha ne değişikliklerle karşılaşacağım acaba” diye düşündüm.
Eve geldiğimizde on bir adımlık bir merdivenden inmem gerekiyordu. Herkes çok endişeliydi. Hastanede denemiştik. Ve hatta bu yüzden eve ambulansla götürülmem konuşulmuştu. Cesaretliydim, yapabilirdim. Açık hava iyi gelmişti. Heyeacanlıydım.
Hiç sorun yaşamadan merdiveni kullandım. Birileri koluma girmişti ve hiç zorlanmadan olmuştu. Kendime güvenim geri geldi.
“Her insan geçmişiyle geleceğinin birleşim noktasında bulunur. Bulunduğu bu konum geçmişin sonuçları iken geleceğin başlangıç sebeplerini oluşturur” der. Etem Xemgin ( Alevilin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi.)
Sanırım benim de konumum tam bu basamaklardı. Denedim oldu, Yepyeni bir hayat, hem de çok sıkıntılı bir hayat burada başlıyordu.
Eve geldiğimde hasta olmadan önce uzandığım üçlü koltuk aynen duruyordu. Özlemle yattım yine. Ama bu defa çok farklı. Eskiden keyifle yattığım o koltuk şimdi hastalığımdan dolayı yatırıldığım bir yer olmuştu. Her şey eski yerinde ve hiçbir değişiklik olmasa da bana çok garip geliyordu. Evimden hiç bu kadar uzak kalmamıştım. Bazen günler süren seyahatlerim oluyordu ama böyle birkaç ay uzak kalmamıştım. Ve sanki daha bir özlemiştim.
Arkadaşlarım evde bekliyordu. Bir karşılama seremonisinden sonra nihayet yerime yerleştim. Doğru düzgün oturamadığımdan ya koltuk kenarına yaslanıyor ya da uzanıyordum. Herkes buradaydı. Dostlarım, kızlarım ve eşim. Mutluydum.
Akşam erken olmuştu. Aralığın son günü olduğundan günler çok kısaydı. Yemek saati geldi. Yemek yeme işim sıkıntılıydı. Hala püre ve yoğurt yiyebiliyordum. Henüz masada oturamadığımdan sehpayla gelen yemeklerimi yemeğe çalışıyor ve masada oturanları izliyordum. Benim gibi yeme içme işlerini çok seven biri için zulümdü. Ama iyileşecektim. Azimle o sofraya oturum her şeyi yiyecektim. İnatlıydım, en kısa sürede yeniden ayağa kalkacaktım. Hatta her yere gidip en çok sevdiğim ve özlediğim her şeyi yeniden yiyecektim. İlerde nerelerde neler denediğimi yazacağım. Bir gurme gözüyle değil, bir yemek sever gözüyle.
Eve geldiğimde su içmeyi bile beceremiyordum hala. Bir koltuktan diğerine kızlarımın yardımıyla geçebiliyordum. Ayağa kalktığımda adım atabiliyordum ama oturduğum yerden kalkamıyordum.
Evim iyi gelmişti bana. Kısa sürede toparlayacağıma inanmıştım. Onca zor süreçten geçtikten sonra bu bile büyük kazanımdı.
“kazanımdı” diyorum çünkü hayatla mücadelemi kazandığımı hissediyorum. Yeniden hayata dönmek ve hızla iyileşebilmek.
Büyük sıkıntılar çeken sevdiklerime göre, ben hayat mücadelesini kazanmışım. Hani “ölümden döndü” derler ya, ben bildiğiniz “ölüymüşüm”. Büyük çabalarla ve zor geçen günlerden sonra nihayet evimdeydim. Bundan sonrası da ayrı bir serüven. Çok acı veren bir fizik tedavi süreci var. Uzun uzun yazacağım.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



8 Ağustos 2017 Salı

Hasta yatağında hissettiklerim 4

Hasta yatağında hissettiklerim 4

+++ Devam
Ve iyileşmeye başlamıştım yavaş yavaş. Koridorda yürüyüş denemelerim artmıştı. Yatakta oturmaya başlamıştım. Az da olsa yiyecek verilebiliyordu. Uykum daha düzenli bir hal almıştı. Son günlerde sık sık dışarıya çıkarılır olmuştum. Bana da iyi geliyordu. Artık yatmaktan sıkılmaya başlamıştım. Duvarımdaki tablodaki çiçeklerin sayısını da ezberlemiştim. Ne eksiliyor ne artıyordu. Ama henüz istemsiz hareketlerim kesilmediğinden ve henüz konuşamadığımdan bir türlü çıkartmıyorlardı.
Hastane odamızda vakit çabuk geçiyordu. Sürekli birileri ziyarete geliyordu ve kalabalık iyi gelmeye başlamıştı. İnsanları tanıyor olmam, tepki verebiliyor olmam, birilerini görmem motivasyonumu arttırıyordu. Gece olduğunda eğlenceli de oluyordu. Bazı geceler bilgisayardan film izliyorduk.Gece koridorda yürümeyi denemek için yürüyüşe çıkıyorduk. Otuz metre. J
Bir akşam biriyle karşılaştık. Sportmen, uzun boylu orta yaşın üstünde bir bey. Hastanenin vakıf yöneticilerinden biri olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu iyi niyetli insan babasının yattığı odaya ziyarete gelmiş, gördüğünde benim artık iyileştiğimi ve maratona çıkabileceğimi söyledi. Ve hatta benden söz istedi. Ben de söz verdim. Ama İstanbul maratonuna tam katılabileceğim zaman geldiğinde maalesef maraton siyasallaştırıldı. Bu yüzden özellikle katılmadım. Kendisi, sözümü tutamadığım için affetsin.
Hastane odası evimiz gibi olmuştu ama ben hala çıkamıyordum.
Bense bir an önce evime gitmek istiyordum. Ben evimi özlemiştim.
Sema hanım geldi ve,
-          Evet çıkarıyoruz seni,
dedi ama bu birkaç gün sonraymış. Hemen bir telaş başladı bizimkilerde. Eve ambulansla gitmeliymişim. Onlar da haklıydı. Sağlığımı düşünüyorlardı elbette. Ama ben galiba ambulanstan sıkılmıştım. Herkesin endişesi evimizin girişindeki basamaklardı. Ben yavaş yavaş inebileceğimi düşünüyordum. Nihat Bey’le hastanenin merdivenlerinde deneme yapmaya başladık. Biraz aceleci bir yapım olduğundan ben hemen halledebileceğimizi düşünüyordum.
Bu arada birkaç gün geçmek bilmedi. Odada bir telaş. Bir yandan hızlandırılmış yeme içme turları, bir yandan da hızlandırılmış yürüme egzersizleri.
Bir sabah tamam oldu bu iş dedik. Tamam gidiyorduk.
Öyle çok çanta, poşet, ıvır zıvır vardı ki toplamakla bitmedi. Uzun zamanda toparladık ve ben artık evime gidiyordum. Arkadaşımız Figen beni kapı önünde bekliyordu. Kapı önüne kadar tekerlekli sandalyeyle götürülmüştüm. Arabaya bindirildim. Ve eve gidiyorduk.
Güzel bir gündü. Yolu ben tarif ettim. Bu benim için büyük başarıydı. Demek yer yön kavramı da geri gelmişti. Henüz konuşamasam da işaret diliyle falan hallettik. Ama hallettik.

Devam edecek+++

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


7 Ağustos 2017 Pazartesi

Hasta yatağında hissettiklerim. -3

Hasta yatağında hissettiklerim. -3
+++ Devam,
Su içememek nedir bilir misiniz?
Evet ben öğrendim. Su içmeyi unutmak neymiş.
Su içmeye çalışırken her iki denemeden birisinde öksürmek, içmeye çalıştığınız suyu püskürtmek. Her denememde olmuyordu. Yoğun bakımdayken karşımdaki lavaboya kalkıp su içebilmek istemiştim. Sonrasında rüyalarıma girmişti bu istek. Demek ilerideki bu sıkıntımı ifade ediyormuş bunlar.
Bardakla denedik, çay bardağı, su bardağı, pet bardak olmadı. Pipetle denedik olmadı. Şişeyle denedik olmadı. Her defasında yutmaya çalıştığım suyu püskürtüyordum. Üstüne bir de öksürük tutuyordu. Genzime kaçan su uzun bir süre öksürtüyordu. Sonradan öğrendik ki, su içmek beyne en zor öğretilebilen şeylerden biriymiş. Uzunca bir zaman bu sıkıntıyla yaşamak zorunda kaldım. Aslında eve çıktıktan bir süre sonra da bu işkence sürdü. Evde bile bir süre su içemedim. Hatta hala su içerken öksürdüğüm oluyor zaman zaman. Su içmek için beyin ayrı bir eylem yapıyormuş. Ve lokmaları yutmaktan daha zormuş. Çünkü lokmalar daha katı olduğundan yemek borusu istemli hareket ediyormuş. Su içmeye çalıştığınızda kayıp giden sıvı soluk borusuna kaçabiliyormuş. Öyle oldu. Önce yemek yemeği öğrendim. Püre haline getirilmiş yemekler sokuşturuldu. Eşime gelen refakatçi yemeğinin yanındaki pet su gözüme takıldığından, eşim her seferinde suyu göstermeden içiyordu. Yemek yemeyi ve su içmeyi çok seven ben, yiyemez içemez olmuştum. İyileştikçe hepsinin hıncını aldım bir bir.
Yatağımın ucunda bir sürü yiyecek vardı ama ben sadece yoğurt yiyebiliyordum. Trokestomi çıktıktan birkaç gün sonra doktorum Sema Hanım,
-          Bu hasta iyi, gidin karşıdan poğaça falan alın yedirin,
dediğinde, gerçek sanıp sevinmiştim. Sonradan mecaz olduğunu anladım. Canım istiyor ama şifa niyetine taze fasulye püresi ve yoğurt yiyordum işte. Bu hikaye uzun bir zaman sürdü. Artık olan bitenin farkındaydım ve bir an önce çıkmak istiyordum. Ama daha çok zaman vardı. Ses çıkarmam lazımdı, yürüyebilmem lazımdı, yemek yiyebilmem ve en önemlisi su içebilmem lazımdı. Ben biraz daha çiçekleri sayacaktım belli olmuştu.
Her sabah önce hemşireler geliyordu, kontrollerimi tamamlıyor ardından doktorum geliyordu. Sema hanım her geldiğinde gülümsüyor ve günaydın diyordu. Bu iyi geliyordu bana.
-           Hadi konuş bir şeyler söyle, bak çıkaracağım seni,
değinde ben de bir şeyler söylemeye çalışsam da ses çıkaramıyordum. Ah bir konuşabilsem.
Hop o gidiyor Nihat Bey geliyordu. Saat 10 olmuş belli ki. Bir saat boyunca evirip çevirip canımı yakıyordu. Katlanıyordum. Zevkle hem de. Her hareketi defalarca yapıyordu. Ayaklarımı geriyor çekiyor, kollarımı ters çeviriyor ve bir sürü acı veren şey. Sonra bir yataktan kalkma denemesi. Yürüme denemesi. Sonra hemşireler geliyordu. Şerife hemşire,
-          Hadi Gürkan Bey, Bir şey söyle bana.
Bu günlerce sürdü. Bir gün ben kendi kendime Şerife Hemşireye “İyiyim” demişim. O gün ne mutlu bir gündü. Sonrasında ses çıkarmaya çalıştım. Bir taraftan fizik tedavi, bir taraftan ses çıkarma çabaları, bir taraftan da yürüme çabaları. İyi gelmişti. Artık adım atabiliyor, ezilmiş yemekleri yiyebiliyor, çorba içebiliyordum. Hala su içemiyordum ama bir şeyler yoluna girmeye başlamıştı.
Yanıma gelenlere daha tahammüllü davranmaya başlamıştım. İyileşeceğimi biliyordum ya biraz daha az kapris yapmam gerektiğini fark etmiştim. J
Devam edecek+++
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan