28 Temmuz 2017 Cuma

Pinpon topu. Ben

Pinpon topu. Ben
 Eşim önceden konuşup yer ayarladığı için bir sorun beklenmiyormuş. Önceden gelip konuştuğu ve yatış evraklarımı göstermesine ve oda ayırtmasına rağmen hastanede sorun çıkmış.
Onca eziyetle getirildiğim hastanede bir buçuk saat sedyede koridorda bekletildim. Tam bir buçuk saat başımda pazarlıklar yapıldı. Pazarlık dediysem yanlış anlaşılmasın, para pazarlığı falan değil. Trokestomili hasta için uygun değilmiş hastane. Bunu söylemek oraya gelip beni görmeleri mi gerekiyordu bilemiyorum?
Hastanenin kapısında bekletilmedim. Beni hemen koridora aldılar. Bekliyorlar odaya geçebilmem için. Doktorlar geldiler, eşim bir şeyler konuştu. Bir sorun çıktığını anlamıştım. Doktor bir başka doktoru çağırdı. Gelmesi beklendi. Beni alamayacaklarını söylediler. Ben öylece koridorda sedyede yatıyorum ama. Herhalde psikolojim bozulmasın diye beni bir odaya sokuşturdular. O odada bir hasta var, öylece bekliyorum. Terliyorum. Sedyedeyim. Ellerim bağlı. Oda iki kişilikti. Diğer yatak boştu ama yatışım yapılmadığından öylece bekletiyorlardı. Beni getiren hasta bakıcı vardı başımda. Herkes bir yerlere koşuştururken ben sımsıkı bağlı öylece yatıyordum. Bu telaş bir saate yakın sürdü. Hasta bakıcı söyleniyor başımda. Orada kalmak istemiyor, belli.
Derken beni yeniden ambulansa götürmek için sürüklemeye başladılar. Belli ki bir şeyler ters gitmişti. Başımda hasta bakıcı söyleniyor, eşim kızgın, herkes sıkıntılı belli.
Hastanenin bahçesine çıkardılar. Bir 10 dakika ambulansın gelmesini bekledik sanırım. Kasım soğuğu olduğundan ve hastanenin sıcak havasından çıktığımdan üşüyordum. Öylece yatarken yüzüme çarpan soğuk hava iyi gelmişti ama ben bana niye bu kadar zulüm çektirildiğini anlayamıyordum. Bekledik ve bekledik. Sağlıkta işlerin ne kadar umursamazca ve düzensizce olduğunu ilk orada öğrendim. Hastanelerde çağdaşlaştık gibi şeyler dense de sistemlerin ne kadar çarpık ve birbirinden kopuk olduğunu ilk olarak fark etmiştim. Hem hastaneye getirilişimdeki süre, hem önceden raporlarla konuşulmuş ve kabul edileceği söylenmiş bir hastaneye- hem de oraya kadar getirildikten sonra – geri çevrilmem, hastane koridorunda uzun süre bekletilmem, kapı önünde soğukta beklememden anlamıştım daha ilk günden. Tapu dairesindeki işler gibi karmaşık ve sıkıntılı günlermiş. Dilerim ki kimsenin yolu düşmesin.
Beni yeniden ambulansla geri götürdüler yoğun bakımda kaldığım hastaneye. Yolda uyutulduğum için başıma neler geldiğini hiç bilmiyorum. Gözümü açtığımda – sonradan eski hastanem olduğunu öğrendiğim – hastanenin acil servisinde yatırılmışım. Perde örtülü olduğundan olup biteni anlayamıyordum. Yanı başımda, perdenin arkasında eşim yatıyormuş. Geri geldiğim hastanede oda olmadığından beni kabul edemeyeceklerini söylemişler ve eşim sinir krizi geçirmiş. Yanı başıma yatırmışlar. Düşünebiliyor musunuz? 2 saat önce beni ambulansa bindirip gönderen hastane geri geldiğimde diyor ki  “odamız yok, alın hastanızı”. Beni acil serviste bir yatakta en fazla iki saat daha tutabilirlermiş. Söylenilen şu;
-Alın hastanızı ne yaparsanız yapın
Boğazımda trokestomi, felçli bir hasta, konuşamıyor ve bitkisel hayattan yeni çıkmış -ki daha belli değil-.
-Gümüş konül takalım, evde bakın.
Hiçbir sağlık bilgisi olmayan eşim, kızlarım benimle ne yapabilirler. Ayrıca evde hiçbir tıbbi cihaz yok. Böyle bir şey istenmeden önce hasta yakınına verilen bir eğitim olmalı. Ve önceden evde tertibat hazırlanmalı. Bütün bunlar yapılmadan eşime söylenen şey, “yerimiz yok”. Bu durumda hasta yakınlarının sinir krizi geçirmesi ve öfkelenmesi kadar doğal bir durum olamaz sanırım.
Neyse ki orahayim hastanesinde yer ayarlamışlar bir an önce. Kardeşim bir yakın dostumuzla birlikte gidip gelmişler hemen. Halledilmiş bir şekilde. Diyeceğim şu ki, hastanın ve hasta yakınlarının ne çektiğinin hiç önemi yok. Hastanelerde hastaya profesyonel bir iş muamelesi yapılıyor. Vicdan sahibi hekimlerimizi tenzih ederek söylüyorum. Ama hastanelerimizde maalesef hastaya verilen değer bu kadar. Üzülüyorum bunları yazarken ama bir ben ve bir eşim bilir yaşadıklarımızı.
Orahayim hastanesinde güzel günler geçti ve beni yeniden hayata kazandıran hastane orası. Yazacağım Özel Balat Hastanesi ile ilgili.
Herkese acil şifalar dilerim.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan





25 Temmuz 2017 Salı

Hasta nakil ambulansında hissettiklerim.

Hasta nakil ambulansında hissettiklerim.
Ve o gün geldi. Beni bir hasta nakil ambulansına koyup İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürmek üzere yola çıkardılar.
Ambulansa yüklediklerinde eşim ön koltuğa oturmuş ve beni hasta bakıcı ile arkaya yerleştirmişlerdi. Yani ambulans kabininde sadece hasta bakıcı vardı. Kapıyı kapattılar ve yola çıktık. İlk frende ben sedyeyle birlikte kapıya kadar sürüklendim. Ayağım kapıya yaslandı. Ayağım balerin ayağı gibi kaldığından eğilip bükülemiyordu. Sedyeyle kapıya yaslandık. Ayağım sedyenin dışında kalmıştı. Sedye mi küçüktü ben mi dikkatsizce yerleştirilmiştim bilemiyorum. Nasıl olduysa oldu. İşin kötüsü hasta bakıcı fark etmedi. O zaten yol boyunca kendi havasında telefonunu kurcaladı durdu. “yapma kardeşim, hasta var” diyemedim. Canım yanıyordu, terlemiştim ama fark edilmiyordu bütün bunlar. Oldukça sıcaktı kabin içi ya da bana öyle geliyordu.
Ve İşin en kötü tarafı ambulans şoförünün yolu bilmemesiymiş meğer. Rotayı paylaştığım otomobille otuz-otuz iki  dakika, toplu taşıma ile bir saatte gidilebilen yolu tam bir saat 40 dakikada bulabilmişler. Evet yanlış değil ambulansla en fazla on beş dakikada gidilebilecek yolu o kadar zamanda gidebilmişler. Bu durumda insan sormaz mı?
-          Ambulans şoförü alırken güzergâh bilgisi incelenmez mi?
-          Hadi diyelim ki yolu bilmiyordu, ambulansın bir navigasyonu bile yok mu?
-          Acaba bunlar hiç mi kontrol edilmiyorlar?
Soracak soru var da daha fazlasına gerek yok bu bile yeter bence.
Ayağım kapıya dayalı ve ben sürekli terliyorum. Hasta bakıcı arada bir bana bakıp oksijen maskemi kontrol ediyor ama anlamıyor sıkıntımı. Normalde de terlerim. Ama hem canım acıyordu hem de Ambulansta bir sedyede yatmak gerçekten çok sıkıntılı.
Ve ambulansın siren sesi.  O çok kötü bir şeymiş. Araba kullanırken duyuyordum ve canım yanıyordu babamın ölümünden dolayı. Ve bu sese zaten tahammül edemezdim. Ancak sedyede sen yatarken, siren senin için çalıyorsa çok daha kötüymüş. Ambulans şoförlerinin insan psikolojisini biraz bilmesi gerekiyor bence. Özellikle bilinci açık ve hasta nakli yapanlar bence bu konuda bilgilendirilmeli. Özellikle alt geçit ve tünel gibi yerlerde sireni açmayın lütfen.  Şu yol istemek için kullanılan kısa ikaz sesi yeterli anlayana. Tünellerden geçerken çalan siren en az beş kat fazla duyuluyor. Hastanın canı bu durumdan çok yanıyor, bilesiniz.
Hastaneye geldiğimiz belli oldu durunca. E am kapı açılmadı. Bekle bekle 20 dakika sonra hastanenin hasta bakıcıları geldi ve çıkarıldık. Yaklaşık 2 saat sonra hava vurdu yüzüme. Sonra hastanede bekletildim ve geri götürüldüm. Giderken uyumuşum ve ayağım kapıya denk gelmemiş belli ki. Hissetmediğimden O kısmı hakkında yazamayacağım. Bir sonraki yazımda hastanede nasıl ve ne kadar bekletildiğimi ve sonrasını yazacağım.
Dileğim, kimse ambulansa muhtaç kalmasın.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




20 Temmuz 2017 Perşembe

bu gün.

Bu gün.
Bu gün anılarıma biraz ara vermek istedim. Kardeşimin ameliyatı vardı. Basit bir kapalı ameliyattı. Safra kesesini, ameliyatla aldılar.  Toplamda gitmesi, gelmesi kırk beş dakika sürdü ama bekleyenler için oldukça uzun sürüyormuş. Ameliyat basitti ama beklerken beklemenin ne kadar zor olduğunu gördüm. Beni bekleyenler Günlerce hatta aylarca beklemişti. Hastayken bunu anlayamıyorsun. Özellikle bilincin kapalıyken hastaneye getirildiysen farkında bile değilsin. Zormuş.
Saat 8 de alıyorlar dediler gittik. Meğer verilen saat sıralama içinmiş. Bekledik üç buçuk saat. Koridorda beklerken insanların endişelerini gördüm. Sedye bulunamadığı için tekerlerli sandalyeyle götürülen bir hanım vardı. Evet hastanede sedye bulunamamıştı, garp ama gerçek. Tam asansöre girmek üzereyken sedye geldi. Geri götürdüler ve sedyeye yatırılmış halde yeniden asansöre götürdüler. Hasta sandalyedeyken gülümsüyordu. Sedyeye yatırıldığında endişelenmişti. Bekleyenler moral vermeye çalışsa da yüzündeki endişe görünüyordu. Gitti. Uzun beklediğimizden bize sıra gelmeden geri getirdiler. Ameliyat endişesinden çok acı vardı gelirken. İyileşmiştir umarım.
Beklerken, bekleyen insanları gözledim. Hasta yakınları basit bir ameliyata giren hastalarını beklerken ne kadar endişeleniyormuş. Benim ve beni okuyanların hastaları gibi, bilinci kapalı ve ne zaman ve nasıl uyanacağı belli olmayan hasta yakınlarının ne kadar stres ve sıkıntılı olduğunu bir kez daha fark ettim.
Ben kırk beş dakikalık bir ameliyatı beklerken neler düşündüm, neler gördüm. Aylarca hastasının iyi olabilme ihtimali duyabilmek için yoğun bakımda beni ve benim gibi bekleyen hasta yakınlarının ne kadar zor zamanlar geçirdiğini anladım.
Hastanın çektiği acı başka, hasta yakınlarının çektiği sıkıntı başkaymış. Ben kardeşimin iyi olacağını bildiğim halde ne kadar endişelendim. Ya onlar. Ne kadar zor günler geçirmişti kim bilir?
Hasta ve hasta yakınlarına çektiğimiz sıkıntıyı anlatırken buldum kendimi. Kardeşim odasın çıktığında yanında yatan bir başka hasta vardı. O da aynı sebepten yatıyormuş. Fen Edebiyat Fakültesinde hocaymış. Hemen anlattım durumumu. Her şeyin iyi olacağını ve bu sıkıntıların kısa sürede geçeceğini söylemeye çalıştım. Bu ara yapabildiğim en iyi ve benim için önemli şey bu ne de olsa.
 Onu ve kardeşimi yatırdıkları yatak benim uzun süre kaldığım yatakla aynı gibi. Etkilendim tabi herkesi öyle görünce.  Hemen aklıma yatağın ucundaki dayanak geldi. Aşağıya doğru kaydığımda ayağım o dayanağa çarpıyordu ve rahatsız oluyordum. Geçmişteki yatağımı düşündüm. Ne uğraşırdım bu sıkıntımı fark ettirebilmek için. Beni yukarı çekebilecek hasta bakıcının gelmesini beklerdim süresizce.
Bir de şu serum için elime takılan iğne. Bulamazlardı artık. Delik deşik olmuştu ellerim.
Hasta için de zor, bekleyen için de.
Refakatçisi- eşim- bir günün ne kadar uzun sürdüğünü söyleyince bir kez daha anladım sürenin uzunluğunu. Refakatçi olmak da zor. Ben bekleyemedim işte. Şu anda yazımı yazma bahanesiyle dışarıdayım. Ve resmini aşağıda paylaştığım bir manzarada çayımı yudumluyorum.
Herkese acil şifalar dilerim.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




18 Temmuz 2017 Salı

Yoğun bakımda hissettiklerim 3

Yoğun bakımda hissettiklerim 3
Rüyalar gördüm bir sürü. Ama ne rüyalar. Gördüğüm rüyaları hatırladığım tek zaman yoğun bakım süreciydi.
Niyeyse her gördüğüm rüyada peşimde ya hasta bakıcılar vardı. Ya da yoğun bakım yatağıyla başka bir yerlerde yatıyordum.
·         Kadıköy,
Rüyada Kadıköy görmek? Ne demektir bilemem, çok sevdiğim bir yer olduğundan mıdır bilinmez hep  bir yerlerde Kadıköy vardı. Ben Kadıköy’ü çok farklı şekilde gördüm. Bir keresinde ofisime kaçtığımı gördüm. Niyeyse ben yattığım yeri Sultanahmet sanıyordum. Nerede olduğumu hiç bilmediğimden sanırım. Gündüz gözü yoğun bakımdan yürüyerek çıktım. Bir taksiye atladım. Kadıköy’e geldim. Ofisimin tam karşısındaki simitçinin olduğu yere gelmişim. Ofisimi görüyordum. Ama niyeyse gidemiyordum. Uzaktan öylece bakabiliyordum sadece. O simitçi yoktu ama bir fastfood tavuk restoranı olmuştu. Ben orada tavuk söyledim. ( Bu arada tavuk hiç sevmem ) Bana tavuk veren kız bir baktım bizim tombul hemşire. Beni tanıdılar hemen. Bir ikram falan. Çok iyi geldi. Sonra bir baktım, tavukçudaki dolapları tanıyorum bir yerlerden. Onlar benim yatağımın karşısındaki bütün duvarı kaplayan dolaplar. Ve dolabın karşısında bizim hasta bakıcılar. Yine geyik yapıyorlar. Onları masama çağırdım ve fırçaladım.
-          Kardeşim burası iş yeri, yüksek sesle konuşmayın.Dükkanda bir sürü müşteri var falan.
Sana ne ki? Herhalde önceden verdiğim eğitimlerdeki garsonlardan biri sanmıştım. Oldum olası müşteri önemi ile ilgili hassasımdır. İşim eğitmenlikti ya o yüzden herhalde ben de yine eğitimdeyim falan diye düşünmüştüm. Bilemiyorum. Sonra beni tutup hastaneye götürdüler. Bir gözümü açtım. Yine o acayip yerdeyim. Ve ne olduğunu hala bilmiyorum.
·         Kadıköy 2,
Ben yine bir gün Kadıköy’de bahariye caddesinde eskiden bulunan Starbucks’a gelmişim. Orası ben hasta olmadan hemen önce kapandı ve yerinde bir hamburgerci var. Bunu bildiğim halde niye o kadar geriye gittiğimi bilmiyorum. Orada bir masaya oturmuşum. Su içmeyi deniyorum ama başaramıyorum. Dedim ya, su içmeyi unutmuşum diye. Herhalde bilinçaltı benim su içmem gerektiğini söylüyor. Deniyorum, beceremiyorum. Pipetle içmeye çalışıyorum, Cam şişe söylüyorum, pet şişe söylüyorum. Yok. Bildiğiniz beceremiyorum. Ben daha sonra yattığım hastanede de su içmeyi özlemiştim. Ama yoğun bakımdayken su içmeyi unuttuğumu bile bilmiyordum. Sonra boşları toplayan görevli geldi.
-          İçiyor musunuz ?
-          Yok başaramadım, kaldırabilirsiniz.
Dedim. Hop gözlerim açıldığında yine hastanedeyim. Bir baktım başımdaki erkek hastabakıcı o boşları toplayan görevli.
·         Kadıköy 3,
Bahariye caddesi ve ben bir bankadayım. Hasta yatağımla orada gördüm kendimi. Ama bu defa yalnız değilim. Etrafımda diğer yataklar var. Diğer hastalarla sıra bekliyoruz. Sıra numarası almışım bekliyorum. Ne sırası mı? Aspirasyon. Bir acıyla uyandım. Başımda iki tane hemşire aspirasyon yapıyor. Acıyla uyandım. Etrafımda aynı yataklar ve aynı hastalar.
·         Kadıköy 4,
Serasker caddesinde, ofisime çok yakın bir otopark vardır. Sürekli oraya arabamı bırakırdım. Tanırlar, severlerde beni. Orada daha önce yaşadığım bir anım var. Hastalanmadan önce bir Amerikan arabamız vardı. Şöyle 5,5 metre uzunluğunda. Onunla gittiğimde otoparkçı “abi, bunu getirme. Hiçbir yere sığmıyor “demişti. O otoparkta götürmüşler beni ve Oldsmobil’le. Ama yine ben o yatakla oraya gelmişim nasıl oluyorsa. Ve bu sefer bana” abi yatağı niye getirdin bunu nereye koyacağız. Hadi bunu (arabayı) anladık da yatak nereye sığacak” dedi. Yine gözlerimi açtım. Yine yatağımdayım. Nasıl olduğunu hiç bilmiyordum. Anlamıyordum, rüya mı gerçek mi?

·         Gürcistan,
Yattığım hastane sahipleri Gürcistan’da kapanmak üzere olan bir hastaneyi devralmak istemişler. Bütün yoğun bakım hastalarını oraya taşımışlar, o hastaneye. Deneyeceklermiş hastaneyi. Ama gittiğimiz hastane orman içinde ve zemin katta odalarımız. Hastane bitap durumda. Yıkılmış dökülmüş bir yer. Bir tek yataklarımız var. Ve sağ yanımdaki **** amca. Oraya da getirmişler yaşlı amcayı. Neyse hastanenin temizliğini bizim hasta bakıcılar yapıyor. Hemşireler falan hepsi temizlik işinde. Yahu sesim duyulmuyor. Bir sıkıntım var bakmıyorlar. İşaretlerimle anlıyorlardı ya, yok bu sefer. Kimse ilgilemiyor. Hastanenin kapısı falan açık. Bir hava giriyor içeri, çok güzel. Eşim geliyor yanıma ve başucuma oturuyor. Benimle sohbet ediyor. Hastane leş gibi bir yer ama bana kızımı almadıklarını söylüyor.  Yağmur yağıyormuş dışarda, onu anlatıyor. Uçakla geldiklerini ve gece uçağıyla döneceklerini, kızımın ve kardeşimin geldiğini ama almadıklarını söylüyor. Biraz kızıyorum galiba. Sonra gözümü açıyorum. Eşim baş ucumda, Her şeyin düzeleceğini, iyi olmaya başladığımı anlatıyor. Sonra yoğun bakıma sadece 10 dakikalığına girebildiğini söylüyor. Kızım girememiş içeriye. Gördüklerim kısmen doğruymuş. Dışarıda kızlarım bekliyormuş.  Uyanmışım gerçekliğe. Sonra hemşire çıkartıyor onu. Ve ben yine kalıyorum dümdüz yatakta.
·         Taksim otopark,
Taksim’de TRT’nin altında bir kapalı otopark vardır. Oraya taşımışlar bizi. Her yer zifiri karanlık. Sadece başımdaki tıbbi ekranlar görünüyor. Orada kızım geliyor yanıma. Her şeyin iyi olacağını söylüyor. Bana bir hediye getirdiğini söylüyor. Ahşaptan yapılmış bir şey. Her şeyin doğal olduğunu ve orayı yeni keşfettiği bir yer olduğunu söylüyor bana. Oraya birlikte gideceğimizi söylüyor. Rüya içinde rüya görmeye başlıyorum. Hayal kuruyorum. Orman içinde bir yer. Her şey ağaçtan. Oradayız ve şehir unutulmuş. Her şey yeşil ve ahşap renkleri. Orada içki içiyoruz. Yemek yiyoruz birlikte. Tabak çanak, şarap kadehi her şey ağaçtan. “Paran var mı” diye soruyorum.” Burada para geçmiyor” diyor. Komünizmimden öte bir yer. Güzel geliyor bana. O rüyadan çıkıp kızımı görüyorum. “Dediğin yeri hayal ettim. Güzeldi, buradan çıkınca oraya yerleşelim” diyorum. Ardından gidiyor. Kalıyorum yine karanlıkta. Uyandığımda hasta bakıcılar var başımda. Belli ki sabah olmuş. Uyandığım için kızıyorum kendime. Güzel rüyaydı.
·         Çağlayan otopark,
Bir ara ben Çağlayan’da evimize çok yakın otoparkta taşındığımızı düşünüyordum. Evimize çok yakın olduğundan rüyamda çıkıp eve gidip geliyordum. Bir ara yürürken far ettim ki bizim sokağın başına bir plak yapımcısı açılmış. Öyle merdiven altında plakçı mı olur derken beni içeri davet ettiler. Öyle karanlık, dumanlı bir yerdi. Gel seninle müzik yapalım diyorlardı bana. Bir baktım içerde Ümit Besen oturuyor. Çok alakasız evet. Oturmuş sohbet ediyoruz. O melekli kaset kapağı vardır ya, tam öyle kanatları vardı. Ne zaman ve nasıl uyandığımı hatırlayamıyorum. Sevmediğimden kısa sürmüştü herhalde.
·         Biga,
Yoğun bakımı olduğu gibi Biga’ya taşımışlar. Ne zaman ve nasıl oldu bilmiyorum ama beni götürmüşler. Yine sağ yanımda **** amca. Biga’daki D….ş fabrikasının sahibi fabrikanın içine bir yoğun bakım ünitesi kurmuş. Beni oraya götürmüşler. Eşimin kuzenleri de hasta bakıcı orada. Ben çıkmak istediğimi görmek istiyorum. Beni çıkartıp kaçırmaya çalışıyorlar ama başaramıyorlar. Bütün gün beni çıkarmalarını istiyorum. Eşim geliyor.
-          Çıkarmaya uğraşıyoruz ama buranın doktorları çok sert. İzin vermiyorlar.
-          Kaçırın
-          Yok annem burada onlar da seni görmek istiyorlar. Bakalım A….. bir şeyler deneyecek.
Diyor. Sonrasında beni bir Toros otomobile bindirmeye çalışıyorlar. Olmuyor doktorlar yakalıyorlar. Hop aspirasyon. Ceza veriyorlar belli.
·         Sultanahmet,
Bir yoğun bakım taşıması daha. Ama bu çok saçma. Beni Sultanahmet’ de külliye gibi bir yere getirmişler ben yine yataktayım ama etrafımda turistler var. Bir şeyler bakıyorlar. Bizim hasta bakıcılar bizi unutup satış yapmaya çalışıyorlar. Sonra patron geliyor. “İşler çok kötü, hastaneyi buraya taşıdık. Buradaki dükkanla birleştirdik” diyor. Çok saçma elbette ama rüya işte. Neyse gece geç olmuş, bizim hasta bakıcılar paspas yapıyorlar. Bir uyandım başımda paspas yapıyorlar. Ama bu sefer yoğun bakımda.
·         Kuzenler çiftlik kurmuş,
Kuzenim Ezine’de bir çiftlik kurmuş. Kardeşim de ben de oradayız. Kardeşim onların işlerini idare ediyor. Kuzenlerim çok zenginlermiş aslında ve işleri çok iyiymiş. Ama bir sıkıntıları olmuş. “Gel bize yardım et” diyorlar. Ah bir ayağa kalkabilsem…
·         Kadıköy’de çikolatacı,
Futbolu hiç sevmem ama çikolatayı severim. Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu Lefter Kadıköy’de ülkenin en iyi çikolata işini yapıyormuş. Rüya bu her şey olabilir. Bahariye’nin sonunda Eyfel pastanesi vardır. Çok eski ve çok bilinen bir mekandır. Orada bu işi yapıyorlar. Baba mesleğiymiş ve gelecek nesillerde sırlarını kime vereceklerini bilmiyorlarmış. Benimle tanışıp bana bu sırrı verebileceklerine inandıklarını söylüyor. Ben o sırada yine yoğun bakım yatağında yatıyorum ama. Neyse sanırım birkaç görüşmeden sonra ben bu yükü taşıyabileceğime inanıyorum. Gidiyoruz yatağımla falan. Anlatıyorlar bana. Sonra bu sırrı bana öğreten kişi ölüyor. Ben bu yükü tek başıma taşıyamayacağımdan gidip bu işin varisi olan kişiyi buluyorum. Kadıköy Moda’da bir sahaf işletiyormuş. Oraya gidip emaneti teslim ediyorum. Ama oradaki sohbete ve ambiyansa hayran kalıp oraya yerleşmeyi düşünüyorum. Sonra nerede uyandığımı bilmeden uyanıyorum. O rüya iyiydi be.
·         Yemek işi,
Bu arada nasıl oluyorsa önceki rüyamda gidip geldiğim lüks çikolatacıda eski bir arkadaşımla karşılaşmışım. Konuştuğumuzda Kendi evlerine gidebileceğimi, evlerinde yoğun bakımda yatan kayınpederi olduğundan hastaneyi eve taşıdıklarını söyledi. Beni oraya götürdüler. Bir de ne göreyim. Kayınpeder sağ yanımda yatan ***** amca. Neyse bir şekilde yaşam başlıyor orada. Ama ben her zamanki ben olarak hasta bakıcılara karışıyorum. Yapamıyorlar işlerini. Onlara öfkeleniyorum. Yoğun bakım tecrübem var ya, ille bunu onlara aktarmam lazım.
“Siz de işinizi iyi yapın kardeşim. “
Neyse arkadaşımın eşi bir iş kurmak istiyormuş. Ben ona ev yemeği işine girmesini tavsiye ediyorum. Gidiyoruz birlikte. Tabi beni yatağımla taşıyorlar her yere. Karaköy civarında küçük bir dükkan açıyoruz onlara.  Ben yine engin tecrübelerimi orada da kullanıyorum. Menü hazırla Gürkan, içerik reçeteleri hazırla Gürkan.
Anlayacağınız rüyalarımda bile çalışmak var.
Hani şu hayatımı kaybediyormuşum da geri dönmüşüm gibi olan çalışma.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



17 Temmuz 2017 Pazartesi

Yoğun bakımda hissettiklerim-2

Yoğun bakımda hissettiklerim-2
Aspirasyon ne çok canımı acıtıyordu ama?
Bu öyle acayip bir şey ki, uyutulduğunda hissetmiyorsun ama bilincin açıksa ve hissetmeye başladıysan durum fena. Boğazından içeri çubuk sokuyorlar resmen.
İyi bir şey olduğuna şüphe yok. Bu kadar gerekli bir şey olmasa elbette yapmazlar. Yapan için kolay bir şey. Ve hasta için gerekli bir yöntem tabi ki.
Balgamı çekiyorlar. Fark ediyorsun içinden bir şey çıktığını. Sanırım fark ediliyorlar ihtiyaç olduğu ve gelip yapıyorlardı. Uyuyor musun, uyanık mısın hiç önemi yoktu onlar için. Uyandırıp yapıyorlardı. Bazen gözümü açıp görüyordum. Uyurken bununla ilgili saçma sapan rüyalar görmüştüm. Ve her rüyanın ardından mı yoksa her aspirasyondan sonra uyumaya çalıştığımdan mı bilinmez, rüyama girer olmuştu. Ben bu işlemin yoğun bakımdayken çok acıdığını hissediyordum. Sonrasında gittiğim hastanede kendim istiyordum. Alıştığımdan mı yoksa hemşirelerin elinin hafifliğinden mi bilinmez, çağırıyordum el kol hareketi ile. “ gelin beni temizleyin ” der gibi bir şeyler işaret etmeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Yoğun bakımda hissedilen acılardan biri de yatağımın temizlenmesi esnasında, sağ sola çevrilirken kolumun ya da başımın bir yerlere sıkıştırılmasıydı. Hasta bakıcı seni evirip çeviriyor. Çarşaf değişirken yerinden kalkamadığın için seni önce sola sonra sağa çeviriyorlar ve altındaki çarşafı değiştiriyorlar. Bu esnada kolumun üstüne yatıyordum. Canım acıyordu haliyle. Birde hiç dikkat etmediklerinden  kolum yatağın tutunma koluna sıkışıyordu bazen. Bir şey diyemediğim için sadece gözümü sıkıp bekliyordum. Bir an önce bitsin derken terliyordum. Sonra yüzümü ıslak mendil benzeri bir şeyle siliyorlardı. O koku ne acayip bir koku ama.
Bir de bacaklarım kaskatı olduğundan yatmak yoruyordu. Ne olup bittiğini anlamadığım için farkında olmamıştım daha. Son günlerde fizik tedaviye başlanmıştı sözüm ona. Bir fizik tedavi uzmanı gelip ayaklarıma elektroterapi cihazı bağlamaya başlamıştı. Sonrasında bayağı haşır neşir olacağım bu cihazla tanışmıştım. Hiçbir işe yaramıyordu bence. Ama fizyoterapist geldiğinde benimle ilgilenildiğini hissediyordum. İyi geliyordu. Başımda beklemese bile birilerinin rutin bakım saatleri dışında gelmesi iyi geliyordu. Aslında yoğun bakımda yatarken atel takılmalıymış. Bunu hiçbir doktor son birkaç güne kadar eşime söylemediğinden, biraz gecikmiştik. Fizyoterapi ile biraz geç tanışmıştım. İlerleyen zamanda bunun ne kadar önemli ve acı veren bir süreç olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Uyandığımda gördüğüm şey, tam karşımdaki dolaplardı. Duvarın tamamını kaplayan bir dolap görüyordum.  Dolabın sonunda bir lavabo ve dezenfektan vardı. Tam önümde hasta bakıcı ve hemşireler el yıkıyordu. Su her açıldığında kalkıp su içesim vardı. Kalkabilecekmişim, hadi kalktım diyelim su içebilecekmişim gibi J. Su sesi iyi geliyordu.
Eski Türk filmlerinde görmeye alıştığımız çeşme başı muhabbetleri oluyordu. Duyuyordum, kim kiminle ne yapmış falan. Hiç anlamadığımızı düşünerek gayet rahattı hasta bakıcılar. Gelip çeşme başında konuşuyorlardı. “Falanca bey filanca hanımla çıkıyormuş” , “öbürkü berikinin tavuğuna kışt demiş”,” ne olacak bu memleketin hali”, Anlayacağınız her türlü dedikodu.
Aslında, eğleniyordum yarım aklımla. Önümde insanlar konuşunca iki hareketli insan görmek moral veriyordu. Ama şu manevi acılar yok mu? Kötüydü.
Sağ tarafımda oldukça yaşlı bir amca yatıyordu. Belli ki uzun zamandır orada yatıyor. Gelip geçenler sesleniyordu ***** amca falan diye. Onu gördüğümde, burada böyle mi kalacağım diye soruyordum kendi kendime. Öyle bir ihtimal vardı elbette. Sol yanımdaki yataksa her uyandığımda değişiyordu. Bu hastanın ölümünü gösteriyordu. Düşünsenize; uyanmışsın sol yanında bir adam var, uyuyup tekrar uyanmışsın yatak boş, Yine uyuyup uyanmışsın, Bir kadın yatıyor, Bir daha uyuyup uyandığında bakmışsın o da yok. Hasta bakıcılar için normal tabi. Kim bilir her gün kaç ölü geçiyor ellerinden. Ama yatanın bunu hissetmesi çok kötü bir durum.
Ve ameliyattan yeni çıkıp yoğun bakıma gelenler. Uyanmaya başladıklarında acı çekmeye başlıyorlar ve seslerini duyuyorsun haliyle. Acı çeken insan sesini duymak  çok kötüymüş. Ve yoğun bakımda yattığını bilen ve bir an önce oradan çıkmak istediği için sürekli bağıran bir insan vardı. “Çıkartın beni buradan” diye bağırıyordu sürekli. Küfür ediyordu bağıra bağıra. Bu durum canımı çok sıkıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. Uyumaya çalışıyordum. Hemen çıkarılmasını dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Doktorların toplaşarak geldiğinde sabah saati olduğunu anlıyordum. Birkaç doktor başımda benim dosyama bakarak bir şeyler söylüyorlardı. Sonrasında doktorların günde iki keş geldiğini fark ettim. Nöbet değişimlerinde biri, diğerine durumumu anlatıyordu. Tıbbi dilde konuştuklarından anlamıyordum neler dediklerini. Başımdaki insanlar birbirlerine güzel bir şey söylediğin de gülümsüyorlardı. Bu iyi bir şey demek ki. Ben bunu algılar olmuştum. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. “Hadi iyi bir şeyler söyleyin” dercesine yalvarıyordum sanki onlara. 
Tam hatırlamadığım bir zamanda bir hasta bakıcı “ Yarın sizi çıkartıyoruz” dedi. Ben yarını bilmediğimden bekleyebiliyordum sadece.
” Eee hadi yarın olsun”.
Yok gelmedi o yarın. Beni MR çekmek için bir yerlere götürdüler. MR makinası arızalıymış geri getirdiler. O vakit bu işlerin hastanede bile sorumsuzca işlediğini düşündüm. “ Ya arkadaş beni götürmeden önce bi kontrol etsenize”.
Sanırım bir gün daha geçti ve beni başka bir odaya götürdüler. Yatağımla birlikte. Bir sürü tıbbi cihazımla. O zaman anladım ki yarın denilen zaman çok yaklaştı.
Bir sonraki yazımda sizlere yoğun bakımdan çıkış maceramı anlatacağım.  Macera diyorum çünkü geçekten maceraydı.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




12 Temmuz 2017 Çarşamba

Yoğun bakımda hissettiklerim.-1

Yoğun bakımda hissettiklerim.-1
24 Ekim 2015, Bu tarih benim ölüm günüm. Bildiğiniz ölmüşüm ve yediden kalbim çalıştırılmış. Sonrasında hayata tutunma gayretim olmuş. Buradan itibaren yaklaşık iki üç ay yok bende. Süreci anlatılanlardan dinledim. Ama yoğun bakımdaki son iki, üç günümü hatırlayabiliyorum. Gözlerimi ilk aştığımda birkaç hasta bakıcı çarşafları değiştiriyordu.
-  N’oluyo, dedim kendi kendime. Burası neresi?
Sonradan anlamaya başladım. Etrafımda bir sürü hasta bakıcı kıyafetli insan, bir sürü hemşire, bir olumsuzluk olduğunu anlamıştım. Belli ki bir sebepten buradayım. Etrafımdaki tıbbi cihazlar ve ortam, hiç de alışkın olduğum şeyler değildi. Algılamaya çalıştım. Evet burada sadece ben yoktum. O vakit burası bir hastane, hatta daha da kötüsü. Bir yoğun bakım.
Fark ettiğimde kendimi sorgulamaya çalıştım. Ne işim vardı burada? Hiçbir şey hatırlayamıyordum. Ve en kötüsü hareket edemiyordum. Ben ki, son derece aktif ben, bir yatağa bağlı yatıyordum. Hem çok korktum, hem çok üzüldüm hem de oldukça anlamsızdı her şey.
Uyutulma ilaçlarım kesilmişti. Ben yarı uyur yarı uyanıktım. Etrafımdaki olup biteni algılamaya çalışıyordum. Hasta bakıcılar vardı etrafımda. Onların konuşmalarını algılıyordum. Genelde kendi aralarında konuşuyorlar, şakalaşıyorlardı. Onların gözüyle biz gayet normaldi. Herhangi bir hasta. Biz onların profesyonel işiydik yani. Yanıma biri geldiğinde seviniyordum. Ellerimi çözdüklerinde istemsizce salladığım için kızıyorlardı. Sağ kolum zaten hiç yoktu. Ve bacaklarım. Hiç hareket ettiremiyordum. Bazen benim anlamadığımı düşünerek “ oynatma kolunu, bağlarım” gibi şeyler söylüyorlardı. Bir süre sonra çözdüler. İstemsiz hareket ettirmeme rağmen kızmaz olmuşlardı. Kendiliğimden uyuyordum ve anlamsız rüyalar görüyordum. Uyandığımda sol tarafımdaki hasta değişmiş oluyordu. Belli ki ex. Bu durum moralimi çok bozuyordu. Düşünsenize, bir yatakta yatıyorsunuz ve her uyandığınızda yanınızdaki yatakta yatan hasta ölmüş. Aralarında konuşuyorlardı hasta hakkında. Ve çarşafların değiştirilmesinden anlıyordum komşumun öldüğünü. Sağ yanımda aşırı yaşlı bir hasta vardı. Anladığım kadarıyla çok uzun zamandır orada. Hasta bakıcılar tanıyordu onu. Sık sık sohbet ediyorlardı. Anlamadığını düşünüyorlardı, ama belki de anlıyordu benim gibi.
- **** amca günaydın,
 falan gibi şeyler. Ama eminim ki sizi duyuyorsa ve cevap vermek istiyorsa, sizlere neler söyleyecektir, kim bilir?
Bana da günaydın diyorlardı. Ben gözlerimi açıp kapayıp cevap verebiliyormuşum. Belli ki bir bakım saati var. O zaman anlıyordum Bir günün sabahı olduğunu. Ne zaman, ne gün ne de saat kavramım yoktu. Uyandırıldığımda, ne kadar zamandır yattığımı bilmiyordum. Işıklar hiç kapanmıyordu ve sürekli insanlar vardı önümden geçen. Bu yüzden doktor, hemşire başıma geldiğinde sabah olduğunu anlayabiliyordum. Bir de hasta bakıcılar yatak temizliği için geldiğinde. Belli ki o saat gelmişti. Mutlu oluyordum. Bunun dışında çeşitli zamanlarda yanıma geldiklerinde bir sıkıntı olduğunu anlıyordum. Başucumdaki alette çeşitli değişikler olduğunu düşünüyordum. Hasta bakıcılar geldiğinde beni evirip çevirip çarşafımı değiştiriyorlardı. Bu biraz iyi geliyordu. Hem ilgilenildiğimi hissediyordum hem de biraz özgürleşiyordum sanki. Biraz hava geçiyordu altımdan. Ve beni yan çevirdikleri zamanlar mutluydum.
Hasta bakıcıların önümde durup muhabbet etmesi, dedikodu yapması, şakalaşması oldukça sinirimi bozan bir durumdu.” Bana ne kardeşim sizin nereye, kiminle gittiğinizden. “ demek istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Konuşacaksanız gidin koridorun sonunda konuşun. Ben sizi anlıyorum. Elimden gelse bağırıp bir yaygara çıkaracaktım ama mümkün değildi elbette. İyi davranın hastaya, o sizi anlıyor. Eminim ki benden başkaları da ayılmıştır ve anlıyordur. Hastaya biraz anlayış gösterin. Ve temizlik yapanlar. İnanın Ahmet Kaya’dan soğudum. Ya arkadaşım, o telefonlarınızın hoparlöründen bangır bangır şarkı çalmak nedir. Her temizliğe gelenler aynı şarkıları mı dinlerler. Ya da aynı kişiler mi geliyor sürekli. Bıkmıştım. Saygıları yoktu yoğun bakımdaki hasta bakıcıların. Özel izinle kızım en sevdiğim şarkıların yüklendiği mp3 çalar bir cihaz getirmiş. Ve eşimin ricasıyla- ve müzikten anlayan bir hemşirenin gayretiyle- başucuma koymuşlar. Benim duyabileceğim kadar kısık bir sesle ben “hasta Siempre” dinlerken, temizlik yapan kadınlardan biri kapatıp cep telefonundan arabesk açıyor. Bu olacak şey değil.
Yoğun bakımda en çok moral bozan şeylerden biri de ameliyattan yeni çıkan hastaların acı sesleri. Tabi ki bunun için bir şey yapılamaz ama bu da bilinci açık olan hastanın canını çok sıkar bir durum. Çığlıklar, hastanın da motivasyonunu çok bozuyor.
Şu aspirasyon olayı. Çok canım yanıyordu. Özellikle uyurken uyandırılıp yapıldığında çok acıtıyordu. Sürekli uyuduğumdan mıdır bilinmez, her seferinde beni uyandırıp aspire ediyorlardı. Hem sersemliyordum hem de acı çekiyordum. Bununla ilgili hem halüsinasyon görüyordum hem de rüyalarıma giriyordu. Bu kadar mı canım acır. Aspirasyon, bilinci açık insan için oldukça sıkıntılı. Hem canı acıyor hem de çaresizliğini hissettiriyor. Düşünsenize, birileri vücudunuza bir hortum sokuşturuyor. Bunu fark edip bir şey yapamamak çok büyük sıkıntı.
Sıkıntı büyüktü tabi ki. Yatarken terliyordum örneğin. Halimi önümden geçen bir hasta bakıcı görürse ve hemşireye haber verirse şanslıydım Yoksa kendimi belli etmek için başka yollara başvurmak zorundaydım. Hasta olmadan önce verdiğim eğitim ve seminerlerde kullandığım toplar vardı. Şöyle süngerden küçük bir top. Üstünde gülümseme emojisi olanlardan. Onlardan getirmiş eşim bana. Elimde tutmam için. Topu fırlatıyordum. Geri getirdiklerinde halimi anlarlarsa terimi soğutmaya ya da o anki sıkıntım neyse gidermeye çalışıyorlardı. Anlamadılarsa azarlıyorlardı ve topu elime tutuşturuyorlardı. “bir derdim var kardeşim, anlasanıza”. Ve trokestomi kanülüne takılan oksijen çubuğunu çıkarmayı öğretmiştim kendime. Onu çıkartıyordum. Hem hemşire yanıma gelene kadar yüzüme hava geliyordu hem de beni fark ediyorlardı. Bu hayati tehlike yaratsa da başka çarem yoktu. Hemşire azarlıyordu. “ Şeref bey, çıkarmayın ölürsünüz”.
 “Bana ne ben ölümden dönmüşüm anlasana halimi”.
Bir de ön adımla hitap ediyorlardı bana. Ben ön adımla sokakta seslenseler dönüp bakmam. Benim adım Gürkan. Benim başımda sohbet ederlerken şeref bey denmesi hiç hoşuma gitmiyordu. Ben bir ön adım olduğunu ilkokulda öğrenmiştim. İş hayatında da çok gerektiğinde Ş. Gürkan yazıp geçiyordum. Niye ısrarla bana bu ismimle hitap edersiniz ki? Eğer  kullandığım adımla seslenselerdi İnanın ben tepki vermeye daha önce başlardım.
Yoğun bakım ile ilgili daha çok şeyler yazacağım. Takipte kalın.

Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


11 Temmuz 2017 Salı

Bilinci kapalı hasta ne zaman uyanır?

Bilinci kapalı hasta ne zaman uyanır?

Bilincin kapaması beyne oksijen gitmemesinden olur ve buna koma da denir. Beş duyunun kapanması hali, Bir ağrılı uyarana tepki vermemesi hali, çoğu zaman ölüm olarak algılanır. Ve hastanın hala kalbi atıyorsa, bitkisel hayat durumu gerçekleşir.
Bu durumdaki hastanın uyanması çok zor olsa da birçok kez bazı duyuların tek tek geri gelmiş örnekleri var elbette.
Bazen, benim başıma gelen durum gibi bilinç açılıyor ve her duyu geri gelebiliyormuş.
Hatta fazlası bileJ
Ben hastalanmadan önce koku alamazdım ve kokuları ayırt edemezdim. Örneğin, bu geri geldi. Şu anda kokuları ayırt edebiliyorum.
Bunun tııbbi açıklamaları elbette tüm hasta yakınlarının internette kolayca ulaşabileceği örnekler ve hekimlerin söyledikleriyle öğrenilebilir. Ben sizlere kendimden örnek vermek istiyorum.
Hafıza kaybım, hasta olduğum gün ile sınırlı. O gün, ne yaptığımı, nereye gittiğimi, neyi nasıl yaptığımı hiç hatırlamıyorum ve geri gelmedi. O günü benimle geçirenlerden öğrendiklerimle kısıtlı. Sonrasında uzun bir yoğun bakım süresi var. Ve ben uyandırıldıktan iki ya da üç gün sonrasını hatırlıyorum. İki ya da üç gün boyunca tepkiler vermişim ve bu benim iyileşmeye başladığımı göstermiş. Ancak tepkilerim kontrollü değilmiş, hatta doktorlar bunların refleks olduğunu söylemişler. Bu duruma eşim refleks olmadığını söylüyordu ve ben onun yanıma geldiği zamanları hayal meyal hatırlıyorum. Yoğun bakımda neler hissettiğimi önceki yazılarımda paylaşmıştım. Bunun üstüne daha da etraflıca  yazmaya çalışacağım.
Bilincim uyandırıldıktan sonra geri gelmeye başlamıştı ve ben ne olduğunu sorguluyordum kısa kısa. Bir hastanede olduğum belliydi ama ben niye orada olduğumu inanın hiç bilmiyordum. Sonrasında bir hasta nakil ambulansı ile bir yerlere taşındım. Ve ilk acıyı orada hissettim. Gittiğimiz hastane trokestomi takılı olduğundan beni almak istemiyordu. Bunu algılıyor ama ses dahi çıkaramıyordum. Sonrasında bir başka hastaneye gittik ve ben orada olup biteni anladım. Yani diyeceğim şu ki, “ hasta uyanabiliyormuş”.
Yoğun bakımda hissettiklerimi ve hastanede yaşadıklarımı uzun uzun anlatacağım.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



10 Temmuz 2017 Pazartesi

Yoğun bakımda hipotermi?

Hipotermi?
Yoğun bakımda hipotermi?
Hipotermi, iki duruma deniyor. Bunlardan birisi donma sonucu vücut ısısının düşmesi. Bu doğal bir durum. Çeşitli sebeplerle dağcılar ya da soğuk suya düşenler ve aşırı soğukta kalan canlılarda gerçekleşiyor.
Bunun dışında beyin faaliyetlerinin  durmaması için, yani bayin ölümü ya da hasarı gerçekştirilmemesi içim doktorlar tarafından kontrollü olarak dondurulmasına da kısaca hipotermi deniliyor. Ancak bunun tıptaki adı terapötik hipotermi.
Bunu kalp krizi geçiren hastalara veya çeşitli sebeplerle beyne oksijen gitmemesi durumundaki hastalara uyguluyorlar. Sonuç genelde pozitif oluyor ve bu sayede hasta iyileştiğinde beyin hücreleri ölmediği için her hangi bir eksiklik olmadan veya hafıza kaybı yaşamadan geri geliyor.
Hipotermi durumu bizler için çok acayip gibi görülse de uygulayanlar için çok normal bir durum. Ben iyileşmeye başladıktan sonra tekrar Siyami Ersek Hastanesine gittiğimde, muayene için tesadüfen benim hastaneye götürüldüğümde benim dondurulma işlemimi yapan doktorla tanıştı. Çok normal bir iş yaptığı öz güveninden belliydi. “ Sizi ben dondurmuştum, hatırladım” dediğinde çok şaşırmıştım. Çok kendinden emin doktorumuza buradan selam gönderiyorum.
Bu durumuna ait benzer vakalara ait linkleri aşağıya yerleştirdim. Ve bir tıp dergisinin dosyası da linklerde mevcut. Eğer sıkılmadan okursanız orada bu durum ile ilgili çok detaylı bilgiler var.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan

https://files.acrobat.com/a/preview/f9835371-5c06-4509-afea-ebc81c95b8f9

https://www.slideshare.net/SULEAKIN/teraptik-hipotermi-36500191

7 Temmuz 2017 Cuma

Kalp durması sonucunda bilinç kaybı?

Kalp durması sonucunda bilinç kaybı?

Kalp durduğunda bilinç kaybı olmaz. Bilinç beyinle alakalı bir şey. Kalp tüm vücuda ve beyne kan pompalayan bir organ. Eğer kalp durduğunda beyne oksijen gitmezse beyinde oluşacak hücre ölümleri yüzünden, yani beyinde oluşacak hasar yüzünden bilinç kaybı da tıpkı felç gibi başımıza gelebilir. Ayrıca, unutulmamalıdır ki bilinç kaybı sadece kalp durması yüzünden olmaz. Beyin kanaması, beyin tümörü, havale gibi farklı hastalıklar da bilinç kaybı ya da felce sebep olabilir. Kalp durması neticesinde tüm organlara, ve beyne oksijen gitmez. Bu hücrelerin oksijensiz kalmasına ve hücrelerin hızla etkilenmesine sebep olur.
Bu durum geçici olabileceği gibi, kalıcı sonuçlara da sebep olabilir. Diğer yazılarımda yazmış olduğum gibi, bilincin açılması ile hücreler yenilenmeye başlar ve tedavi mümkün hale gelir. Bilinç kaybı bazen çok uzun sürebilecek ve hatta geri gelmeyecek sorunlara da sebep olabilir.
Eğer hasta olup bitenin farkındaysa ve iyileşmeye azimliyse düzelmesi mümkündür. Ben daha öncesinde de yazdığım gibi, uyandırıldıktan birkaç gün sonra olup bitenin farkına varmıştım. Eşimin ve kızlarımın gayretiyle yaşadığım sıkıntıyı fark etmiştim. Bunun üzerine bilincim açıldıktan bir süre sonra iyileşmeye başlamışım. Tabi ki bilinç kaybından hemen sonra her şey birden iyileşmeyecek. Tüm hastaların ve hasta yakınlarının bunu bilmesi ve davranışlarını ayarlaması gerekiyor.
Hasta yakınlarına söylüyorum;
-Hastanız, tüm alışkanlıklarının dışında bir sinir sahibi olacak,
-Hastanıza, eski günlere hemen dönmesini söylemek doğru olmaz. Çünkü hastanız da beklenmedik bir durumla karşı karşıya.
-Bilinç kaybı doktorların geri getirebileceği bir şey değil. Bunun öyle bir iğneyle falan geri düzelemiyor. Zamanla ancak geri geliyor. ( Benim bir arkadaşım, uyandığında karısına ilk sevgilisin adıyla seslenmiş.)
-Bilinç kaybından dolayı her şey geri gelse bile, bazı zamanlar geri gelemiyor. Ben hasta olduğum günü hiç hatırlayamıyorum. Ve o gün yaptıklarım tamamen kontrolüm dışında şeylermiş. Bunu, hastalandığım günü benimle yaşayanların anlattıklarıyla öğrendim. Bu bende bir gün ama bazı hastalarda kayıp bir zaman dahi olamıyormuş. İnternette yaşadıklarının belirli bir kısmını unutan çok örneği var.
Hastalara söylüyorum;
-Hastalığınızdan dolayı yakınlarınız size daha iyi davranıyorlar. Bu sizi hem şımartmamalı hem de öfkelendirmemeli. Bilin ki onlar sizi çok seviyor, sizin iyiliğiniz için uğraşıyor.
- Her şeyin geri gelmeme ihtimali var. Örneğin ben sağ elimin parmaklarını geri getiremedim. Bu yüzden, çok sevdiğin gitarımı çalamıyorum. Dolma kalemlerimi kullanamıyorum. Bu duruma kendinizi alıştırmanız gerek.
-Hiçbir zaman vaz geçmeyin. Direnmeye devam.

Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



4 Temmuz 2017 Salı

Felçli hasta ne zaman yürür?

Sağ taraf felç iyileşir mi?,Felçli hasta ne zaman yürür?
Felç beyindeki hücrelerin işlevsiz kalması ile, yani sonradan oluşan bir durummuş. Durummuş diyorum çünkü ben de hastalandıktan sonra bu durumu araştırdım. İnsan, başına gelmeden hayatta böyle bir durumun olacağını hiç düşünmeden yaşıyormuş.
Beyindeki hücreler ölünce, diğer hücreler ölü hücrelerin etrafını sararak o hücreyi etkisiz hale getirirmiş. Bunun bir diğer anlatım da, ölen hücrenin etrafındaki hücreler toplaşarak bu durumun üstesinden gelmeye çalışıyormuş. Yeniden öğrenerek işlevsiz kalan hücrelerin yerine yepyeni bir süreç başlıyormuş. Örneğin; yürümeyle alakalı hücre felç geçirdiyse ve hasta artık yürüyemiyorsa, o hücrenin yerine geçen yeni hücreler tıpkı bir bebek beyninde olduğu gibi yürümeyi en baştan öğreniyormuş.
Felç iyileştirebilen bir durum. Bunun için iyi bir fizyoterapist, iyi bir plan ve zaman gerekiyor. Ama ön önemlisi hastanın kendi inadı. Önce, hastamız bu durumu kabul etmeli ve iyileşebileceğine inanmalı. Sonrasında zaten her şey öğreniliyor. Bazı şeyler- yutkunmak, duyduklarını algılamak, su içmek, iç organların çalışması- zaten çalışmadan geri gelebiliyor. Eğer geri gelmesi mümkün değilse zaten bazı tıbbi destek üniteleri ile destekleniyor. Ancak hareket etme, konuşma gibi felç varsa bunların tedavisi mümkün. Nöroloğunuzun ve fizik tedavi uzmanınızın desteğiyle bunlar yeniden öğretiliyor.
Bende öyle oldu. Bir taraftan konuşmaya başladım, bir taraftan yürümeye. Tabi ki çok zor ve acı veren bir süreç. Ancak ben hastanın gayreti ile bunların aşılabileceğini gördüm. Bizzat canlı örneğiyim. Bu süreçle ilgili tecrübelerim hakkında bilgi almak isterseniz bana mail atın çekinmeden.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan