20 Haziran 2017 Salı

52 dakika kalbim durdu.
Aslında söylemesi kolay 52 dakika demek tam 2 saniye sürüyor ancak telefonunuzdaki kronometreyi 52 dakikaya ayarlarsanız sürenin hem hasta için hem de bir insanı yeniden hayata döndürmeye gayret eden sağlık personeli için ne kadar uzun olduğunu anlayabilirsiniz. Emin olun yazdıklarımı okumak çok daha az zamanınızı alacaktır.

Siyami Ersek hastanesi bilindiği gibi ülkenin en iyi kardiyoloji hastanesi. Size bir soru sormak istiyorum.
Bir kalp krizi geçirmek üzereyken tercih yapma şansınız olsaydı Siyami Ersek'mi yoksa Şile Devlet Hastanesi'ni mi tercih ederdiniz?
Ben de olsam, bir tercih sunulsaydı Siyami Ersek derdim. Ama bana öyle bir seçenek sunulmadı ve ben Şile devlet hastanesine kendim gittim ve Klasik kalp krizi belirtileri ile. Duymuşsunuzdur, kolda uyuşma ve aşırı terleme.
Doktor bana şu anda kalp krizi geçirdiğimi söylediğinde ben İstanbul'a dönmeyi teklif etmişim. Ancak tam doktorla bunu konuşurken yere yığılmışım.
İşte o andan itibaren prosedürlerin değil inanç ve inat etmenin önemi ortaya çıkmış.
Çünkü Prosedüre göre kalp masajı 30-45  dakikadan sonra yapılmıyormuş ve eğer ben Siyami Ersek hastanesinde olsaydım şu anda ölmüştüm. Bunu Siyami Ersek Hastanesini kötülemek amacıyla yazmıyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın bilakis benim Şile'de kalbimin çalışması sağlandıktan sonra geldiğim ve yoğun bakımında tüm gereken müdahalelerin başarıyla yapıldığı hastane orası. ve tüm hekimlerine teşekkür ederim.
Sonrasında ben 25 gün kadar o hastanede yoğun bakımda yatarken ve sonrasında Haliç Hastanesinde yoğun bakımda yatarken ve beni yeniden ayağa diken Or-Ahayim Özel Balat  hastanesinde yaşadıklarım, tüm okuyanlara ilham ve moral olsun istiyorum.
İnanın öyle ışık falan gördüğüm yok.
Biraz terleme ve uyuşma ve sadece kalp krizi öncesindeki 24 saati unutmamın dışında bir şey yok.
Geçirdiğim kalp krizinin sebebi stres ve sigaraymış. Birkaç ay önce yaptırdığım chek-up da hiçbir sorun görünmüyordu oysa. Ama başımıza böyle bir durum geldi maalesef.
Eşim hemen hastaneye yanıma gelmiş ve süreç orada başlamış.
Günlerce, eşim, kızlarım ve kardeşim,  sadece 10 dk görebilmek için hastanede yatmış kalkmışlar.
Öncesinde bütün vücudum soğutulmuş sonrasında bütün organlarım çeşitli makinelere takılmış ve hiçbir umut olmadığı söylenmiş eşime.
Doktorların hasta yakınlarına söylediği klasik;
-Kendinizi her duruma hazırlayın
-Yaşatmayı sağlasak bile bitkisel hayatta kalır.
şeklindeki sözlerine rağmen eşim de kızlarım da benim için umudunu yitirmemişler. Hastanede görüş süresi olan 10 dakikadan sonra benim yatağımın hizasına denk gelen pencerenin önünde benimle konuşmaya çalışmışlar sürekli.
Ve yoğun bakımdan çıkan cenazeler ve ağlayanların son derece duyarlı hale getirdiğini ama hiçbir zaman umutlarının tükenmediğini bana iyileşince anlattılar.
Doktorların her yoğun bakım çıkışında iyi bir şey söylemesini bekleyerek geçmiş günler.
Nihayet bir gün doktor gelmiş ve;
-Hastanızın kalp ile ilgili bir sıkıntısı kalmadı, burası bir kalp hastanesi ve kalp hastalarına hizmet vermeliyiz. Hastanızı çıkartın.
Bu cevap ile ilgili sinir krizi geçiren eşim başka bir yoğun bakım ünitesi olan hastane aramaya başlamış ve Özel Haliç  Hastanesi yoğun bakım servisine götürmüşler çaresiz.
Orada da 25 30 gün yatırmışlar beni ve ben bu sürecin son iki ya da üç gününü hatırlıyorum.
Asıl sıkıntı buradaymış.
Bir yoğun bakım hastası bilinci açık ya da yarı açık bir şekilde burada yatmamalı. İnanın halüsinasyonlar görüyorsunuz. Hasta bakıcıların sohbetleri canını çok sıkıyor, Hareket kabiliyetiniz hiç yok, Eliniz ayağınız bağlı, sesiniz çıkmıyor, çarşafınızı değiştiren hasta bakıcılar gelsin de sizi bir sarssın diye bekliyorsunuz. Çünkü tek hareket edebildiğiniz durum hastabakıcıların müdahalesi. Sizi bir sağa bir sola çevirdiklerinde kendinizi başkasının zorlamasıyla da olsa hareket etmiş ve özgür hissediyorsunuz. Orada yatarken ara da bir geçen doktor ya da hasta bakıcıların dikkatini çekmeyi başarırsanız size bir laf atıyorlar y da örneğin terlediğinizi görüyorlar. Ben dikkat çekebilme için trakeostomi kanülüne takılı hava hortumunu çıkarmayı öğrenmiştim. O, yoğun bakım doktorlarının ekranında göründüğünden hemen biri gelip takıyordu. Biraz azar işitiyordum ama eğer sıkıntımı fark ederse işime de yarıyordu. Eğer fark etmezlerse bir sıkıntım olduğunu belli edene kadar tekrar tekrar bunu yapıyordum. Evet çok kızıyorlardı ama yoğun bakımda geçirdiğimi hatırladığım son 2-3 günde maalesef başka bir iletişim şeklim yoktu.
Yoğun bakımda yatan ve bilinci açılmaya başlayan hastanın en büyük iki sorunu var birincisi yanı başınızda yatan hastanın ölümü- ki bu aşırı moral bozucu bir durum- ikincisi de eşinizin ya da kızınızın sizi bu halde görmesi. Emin olun yatan kişi için bu çok büyük bir acı. Örneğin ben eşimin beni bu kadar zayıf ve çaresiz görmesinden mutsuz oluyordum.
Oysa sizi seven birinin başucunuzda olması - emin olun-  bir hasta bakıcının ilgilenmesinden çok daha kıymetli. 10 dakika bile olsa iyi geliyor ama sonrasında 23 saat 50 dakika, onun sizi böyle görmesini istemediğinizden bitmiyor.
Halbuki dışarıda bekleyip haber alamayanlara da benim durumum hakkında bilgi götürüyor aslında.
10 dakika sizin için sıkıntılı olabilir ancak dışarıda bekleyen kızlarınız, kardeşiniz ve arkadaşlarınız için ne kadar önemli.
Son iki üç günde gördüğüm rüyalar emin olun çok komikti. Bunları hatırladıkça yazmaya çalışacağım.
Yoğun bakım süresince hastanızın fizik tedavi almasını muhakkak sağlamalısınız. Yoğun bakımdan çıktığımda ayaklarım uzun süre yatmaktan balerin ayağı gibi dimdik kalmıştı. Son bir iki gün nihayet fizik tedavi uzmanı geldi ama bir işe yaramadı.
Sonrasında beni yoğun bakımdan çıkarıp önce emar vs derken bir ambulansa koyup Bahçelievler Fizik tedavi hastanesine götürdüler. İnanın hayatımın en sıkıntılı yolculuğuydu. Zaten ambulans şoförü yolları bilmiyordu ve Alibeyköy’den Bahçelievler’e bir buçuk saat sürdü. İşin en kötüsü sadece sinir bozan siren sesi sanıyordum. Ancak sedye maalesef arka kapıya kadar dayanmıştı ve ayağım arka kapıya dokunuyordu. Ve canım acıyordu. Ancak yanımdaki hasta bakıcı bunu fark etmediğinden ben o kadar yolu bu şekilde bitirmek zorunda kaldım.
Hastane beni trakeostomili hasta olduğum için kabul etmedi. Ve bir buçuk saat yine aynı sedyede bağlı bir vaziyette yattım. Sonra beni aynı hastaneye geri götürdüler ve orada büyük şok.
Oda yok.
Acil serviste bir yatakta yatıyorum. Eşim sinir krizleri geçiriyor.
 Başka bir hastanede yer bulundu. Ki iyi ki bulundu, çünkü beni iyileştiren hastane orasıdır.
Sonrasın iyi bir özel oda ve iyileşme süreci başladı.
Önce doktorum “geldi ve bu hasta iyi olur” dedi. Bilincim açıldığı için olan biteni duyuyordum ama konuşma yeteneğimi yitirdiğim için cevap veremiyordum. Çok zor bir süreç.
Başka bir doktor geldi ve trakeostomiyi çıkardı. Artık yemek yiyecektim sanki. Ama ben öyle sanıyormuşum. Elimi kolumu kıpırdatamıyorum, su içmeyi bile unutmuşum.
Birkaç gün ilaç tedavisi sonrasında sol kolun hareket etmeye başladı ancak sağ kolum geçirdiğim felçten dolayı kıpırdamıyor. Sol elimle sağ kolumun yerini değiştirebiliyorum sadece.
Beslenmem ve su içmem bile eşimin çay kaşığıyla yedirmesi sayesinde oluyordu. Artık bir üzgünlük hali gelmişti bana. Düşünsenize yaşamı çok seven ben, Artık kendimi aciz hissediyordum. Bu da çok zordu ve psikolojimi yıpratmaya başlamıştı. Durumu eşimin gayretiyle ve inancıyla atlatabiliyordum sadece.
Bir süre sonra fizyoterapistim geldi ve beni oturtmayı denedi. Bu çok zor bir durum. Bırakın her şeyi oturmayı bile unutmuştum. Oturmak acı veriyordu. Uzun bir fizyoterapi, germe, çekme, bükme ve atel takma sürecinden sonra artık oturabiliyordum. Hasta bakıcıların yardımıyla tekerlekli bir koltuğa oturtuldum ve ilk defa bahçeye çıkarıldım. Asansörde aynayı ilk defa gördüm ve moralim çok bozuldu. Kendimi hastalandıktan birkaç ay sonra ilk defa görüyordum, hem de bu halde.
Bu arada  konuşmayı hala beceremesem de eşimin hazırladı bir A4 kağıdından alfabe vardı ve oradan kısa mesajlar iletebilmiş olmuştum. Örneğin camın açılmasını istiyorsam sırasıyla C-A-M harflerine dokunuyordum ve mesajım iletiliyordu. Bu genelde yastık, kapı ya da uyumak için geçerli birkaç şeyden ibaretti. Sonrasında ilk defa ses çıkarmaya başladım. Önceleri aaa- eee gibi seslerdi. Ama ses çıkarabiliyor olmam konuşabileceğim anlamına geldiğinden çevremdekiler için coşkuyla karşılandı.
Sonrasında oturma ve ayağa kalkma süreci başladı. İlk ayağa kaldırılmaya çalışıldığında hemen  yatağa attım kendimi, çünkü olmamıştı. Ancak eşimin ve fizyoterapistimin desteğiyle birkaç günde aya kalkmayı başardım. Çok acılı bir fizyoterapi sürecinden sonra birkaç hafta sonra hastane koridorunda yürümeye çalışıyordum. Birkaç adım atıp yorulduğum için arkamdan bir tekerlekli sandalye getiriyorlar ve düşme eğilimi gösterdiğimde oturtuyorlardı.
Zor geçen bu hastane süresi bir gün doktorumun onayıyla mutlu sona erdi. Eve çıkabilecektim artık.
Ancak evin merdivenleri çok tehlikeliydi. Her ne kadar yürümeyi başarsam da merdiven inmek tehlikeli bir durumdu. Önce hastane merdivenlerinde deneme yaptık sonra eve gidebilme kararı aldık.
Ben doğru dürüst konuşamadığım halde ve hatta yemek içmeyi bile unuttuğum halde nihayet eve geldik. Özellikle eşim ve kızlarımın desteği ile bir koltuktan bir koltuğa geçebiliyordum ancak. Her sabah saat 7de fizyoterapistim eve geldi ve aylarca evde fizik tedavi uygulandı. Zamanla konuşmam da düzelmeye başladı ve dışarı çıkmayı başardık. İlk önce çay içmeye Karaköy kahvesine gittiğimi hatırlıyorum. Orayı çok severim.
Sonrası her gün iyiye gidiş sürdü.
Şu anda araba kullanabiliyorum. Ofisime gelip işlerimi yapabiliyorum. Konuşmamdaki bazı sıkıntılar ve sağ elimin parmaklarındaki felç sonucu kalan hasar dışında bir sağlık sorunum yok.
Son söz olarak diyeceğim şu ki;
- Hastalarınız sizi yoğun bakımda olsalar bile anlayabiliyor ve tanıyorlar,
- Siz sevginizi onlara gönderin ve onlara hep kendi gücünü ve azmini anlatır ifadeler kurun,
- Hekimler her ne kadar size kötü şeyler söylese de siz her zaman en iyiyi düşünün,
- Hastalarınızın da yoğun bakım sürecinde çok yoğun duygular hissedebildiğini asla unutmayın,
- Hastanıza yoğun bakımda mutlaka fizik tedavi uygulatın.
Herkese sabır, şans ve direnme gücü dilerim.
Gürkan Akman