Yoğun bakımda
hissettiklerim-2
Aspirasyon ne çok canımı acıtıyordu ama?
Bu öyle acayip bir şey ki, uyutulduğunda hissetmiyorsun ama
bilincin açıksa ve hissetmeye başladıysan durum fena. Boğazından içeri çubuk
sokuyorlar resmen.
İyi bir şey olduğuna şüphe yok. Bu kadar gerekli bir şey
olmasa elbette yapmazlar. Yapan için kolay bir şey. Ve hasta için gerekli bir
yöntem tabi ki.
Balgamı çekiyorlar. Fark ediyorsun içinden bir şey
çıktığını. Sanırım fark ediliyorlar ihtiyaç olduğu ve gelip yapıyorlardı.
Uyuyor musun, uyanık mısın hiç önemi yoktu onlar için. Uyandırıp yapıyorlardı.
Bazen gözümü açıp görüyordum. Uyurken bununla ilgili saçma sapan rüyalar
görmüştüm. Ve her rüyanın ardından mı yoksa her aspirasyondan sonra uyumaya
çalıştığımdan mı bilinmez, rüyama girer olmuştu. Ben bu işlemin yoğun
bakımdayken çok acıdığını hissediyordum. Sonrasında gittiğim hastanede kendim
istiyordum. Alıştığımdan mı yoksa hemşirelerin elinin hafifliğinden mi
bilinmez, çağırıyordum el kol hareketi ile. “ gelin beni temizleyin ” der gibi
bir şeyler işaret etmeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Yoğun bakımda hissedilen acılardan biri de yatağımın
temizlenmesi esnasında, sağ sola çevrilirken kolumun ya da başımın bir yerlere
sıkıştırılmasıydı. Hasta bakıcı seni evirip çeviriyor. Çarşaf değişirken
yerinden kalkamadığın için seni önce sola sonra sağa çeviriyorlar ve altındaki
çarşafı değiştiriyorlar. Bu esnada kolumun üstüne yatıyordum. Canım acıyordu
haliyle. Birde hiç dikkat etmediklerinden kolum yatağın tutunma koluna sıkışıyordu
bazen. Bir şey diyemediğim için sadece gözümü sıkıp bekliyordum. Bir an önce
bitsin derken terliyordum. Sonra yüzümü ıslak mendil benzeri bir şeyle
siliyorlardı. O koku ne acayip bir koku ama.
Bir de bacaklarım kaskatı olduğundan yatmak yoruyordu. Ne
olup bittiğini anlamadığım için farkında olmamıştım daha. Son günlerde fizik
tedaviye başlanmıştı sözüm ona. Bir fizik tedavi uzmanı gelip ayaklarıma
elektroterapi cihazı bağlamaya başlamıştı. Sonrasında bayağı haşır neşir
olacağım bu cihazla tanışmıştım. Hiçbir işe yaramıyordu bence. Ama
fizyoterapist geldiğinde benimle ilgilenildiğini hissediyordum. İyi geliyordu.
Başımda beklemese bile birilerinin rutin bakım saatleri dışında gelmesi iyi
geliyordu. Aslında yoğun bakımda yatarken atel takılmalıymış. Bunu hiçbir
doktor son birkaç güne kadar eşime söylemediğinden, biraz gecikmiştik. Fizyoterapi
ile biraz geç tanışmıştım. İlerleyen zamanda bunun ne kadar önemli ve acı veren
bir süreç olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Uyandığımda gördüğüm şey, tam karşımdaki dolaplardı. Duvarın
tamamını kaplayan bir dolap görüyordum.
Dolabın sonunda bir lavabo ve dezenfektan vardı. Tam önümde hasta bakıcı
ve hemşireler el yıkıyordu. Su her açıldığında kalkıp su içesim vardı.
Kalkabilecekmişim, hadi kalktım diyelim su içebilecekmişim gibi J. Su sesi iyi
geliyordu.
Eski Türk filmlerinde görmeye alıştığımız çeşme başı
muhabbetleri oluyordu. Duyuyordum, kim kiminle ne yapmış falan. Hiç
anlamadığımızı düşünerek gayet rahattı hasta bakıcılar. Gelip çeşme başında
konuşuyorlardı. “Falanca bey filanca hanımla çıkıyormuş” , “öbürkü berikinin
tavuğuna kışt demiş”,” ne olacak bu memleketin hali”, Anlayacağınız her türlü
dedikodu.
Aslında, eğleniyordum yarım aklımla. Önümde insanlar
konuşunca iki hareketli insan görmek moral veriyordu. Ama şu manevi acılar yok
mu? Kötüydü.
Sağ tarafımda oldukça yaşlı bir amca yatıyordu. Belli ki
uzun zamandır orada yatıyor. Gelip geçenler sesleniyordu ***** amca falan diye.
Onu gördüğümde, burada böyle mi kalacağım diye soruyordum kendi kendime. Öyle
bir ihtimal vardı elbette. Sol yanımdaki yataksa her uyandığımda değişiyordu.
Bu hastanın ölümünü gösteriyordu. Düşünsenize; uyanmışsın sol yanında bir adam
var, uyuyup tekrar uyanmışsın yatak boş, Yine uyuyup uyanmışsın, Bir kadın
yatıyor, Bir daha uyuyup uyandığında bakmışsın o da yok. Hasta bakıcılar için
normal tabi. Kim bilir her gün kaç ölü geçiyor ellerinden. Ama yatanın bunu
hissetmesi çok kötü bir durum.
Ve ameliyattan yeni çıkıp yoğun bakıma gelenler. Uyanmaya başladıklarında
acı çekmeye başlıyorlar ve seslerini duyuyorsun haliyle. Acı çeken insan sesini
duymak çok kötüymüş. Ve yoğun bakımda
yattığını bilen ve bir an önce oradan çıkmak istediği için sürekli bağıran bir
insan vardı. “Çıkartın beni buradan” diye bağırıyordu sürekli. Küfür ediyordu
bağıra bağıra. Bu durum canımı çok sıkıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu.
Uyumaya çalışıyordum. Hemen çıkarılmasını dilemekten başka bir şey gelmiyordu
elimden.
Doktorların toplaşarak geldiğinde sabah saati olduğunu
anlıyordum. Birkaç doktor başımda benim dosyama bakarak bir şeyler
söylüyorlardı. Sonrasında doktorların günde iki keş geldiğini fark ettim. Nöbet
değişimlerinde biri, diğerine durumumu anlatıyordu. Tıbbi dilde
konuştuklarından anlamıyordum neler dediklerini. Başımdaki insanlar
birbirlerine güzel bir şey söylediğin de gülümsüyorlardı. Bu iyi bir şey demek
ki. Ben bunu algılar olmuştum. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. “Hadi iyi
bir şeyler söyleyin” dercesine yalvarıyordum sanki onlara.
Tam hatırlamadığım bir zamanda bir hasta bakıcı “ Yarın sizi
çıkartıyoruz” dedi. Ben yarını bilmediğimden bekleyebiliyordum sadece.
” Eee hadi yarın olsun”.
Yok gelmedi o yarın. Beni MR çekmek için bir yerlere
götürdüler. MR makinası arızalıymış geri getirdiler. O vakit bu işlerin
hastanede bile sorumsuzca işlediğini düşündüm. “ Ya arkadaş beni götürmeden
önce bi kontrol etsenize”.
Sanırım bir gün daha geçti ve beni başka bir odaya
götürdüler. Yatağımla birlikte. Bir sürü tıbbi cihazımla. O zaman anladım ki
yarın denilen zaman çok yaklaştı.
Bir sonraki yazımda sizlere yoğun bakımdan çıkış maceramı
anlatacağım. Macera diyorum çünkü
geçekten maceraydı.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta
yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale
ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm
deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız
pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan