17 Temmuz 2017 Pazartesi

Yoğun bakımda hissettiklerim-2

Yoğun bakımda hissettiklerim-2
Aspirasyon ne çok canımı acıtıyordu ama?
Bu öyle acayip bir şey ki, uyutulduğunda hissetmiyorsun ama bilincin açıksa ve hissetmeye başladıysan durum fena. Boğazından içeri çubuk sokuyorlar resmen.
İyi bir şey olduğuna şüphe yok. Bu kadar gerekli bir şey olmasa elbette yapmazlar. Yapan için kolay bir şey. Ve hasta için gerekli bir yöntem tabi ki.
Balgamı çekiyorlar. Fark ediyorsun içinden bir şey çıktığını. Sanırım fark ediliyorlar ihtiyaç olduğu ve gelip yapıyorlardı. Uyuyor musun, uyanık mısın hiç önemi yoktu onlar için. Uyandırıp yapıyorlardı. Bazen gözümü açıp görüyordum. Uyurken bununla ilgili saçma sapan rüyalar görmüştüm. Ve her rüyanın ardından mı yoksa her aspirasyondan sonra uyumaya çalıştığımdan mı bilinmez, rüyama girer olmuştu. Ben bu işlemin yoğun bakımdayken çok acıdığını hissediyordum. Sonrasında gittiğim hastanede kendim istiyordum. Alıştığımdan mı yoksa hemşirelerin elinin hafifliğinden mi bilinmez, çağırıyordum el kol hareketi ile. “ gelin beni temizleyin ” der gibi bir şeyler işaret etmeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Yoğun bakımda hissedilen acılardan biri de yatağımın temizlenmesi esnasında, sağ sola çevrilirken kolumun ya da başımın bir yerlere sıkıştırılmasıydı. Hasta bakıcı seni evirip çeviriyor. Çarşaf değişirken yerinden kalkamadığın için seni önce sola sonra sağa çeviriyorlar ve altındaki çarşafı değiştiriyorlar. Bu esnada kolumun üstüne yatıyordum. Canım acıyordu haliyle. Birde hiç dikkat etmediklerinden  kolum yatağın tutunma koluna sıkışıyordu bazen. Bir şey diyemediğim için sadece gözümü sıkıp bekliyordum. Bir an önce bitsin derken terliyordum. Sonra yüzümü ıslak mendil benzeri bir şeyle siliyorlardı. O koku ne acayip bir koku ama.
Bir de bacaklarım kaskatı olduğundan yatmak yoruyordu. Ne olup bittiğini anlamadığım için farkında olmamıştım daha. Son günlerde fizik tedaviye başlanmıştı sözüm ona. Bir fizik tedavi uzmanı gelip ayaklarıma elektroterapi cihazı bağlamaya başlamıştı. Sonrasında bayağı haşır neşir olacağım bu cihazla tanışmıştım. Hiçbir işe yaramıyordu bence. Ama fizyoterapist geldiğinde benimle ilgilenildiğini hissediyordum. İyi geliyordu. Başımda beklemese bile birilerinin rutin bakım saatleri dışında gelmesi iyi geliyordu. Aslında yoğun bakımda yatarken atel takılmalıymış. Bunu hiçbir doktor son birkaç güne kadar eşime söylemediğinden, biraz gecikmiştik. Fizyoterapi ile biraz geç tanışmıştım. İlerleyen zamanda bunun ne kadar önemli ve acı veren bir süreç olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Uyandığımda gördüğüm şey, tam karşımdaki dolaplardı. Duvarın tamamını kaplayan bir dolap görüyordum.  Dolabın sonunda bir lavabo ve dezenfektan vardı. Tam önümde hasta bakıcı ve hemşireler el yıkıyordu. Su her açıldığında kalkıp su içesim vardı. Kalkabilecekmişim, hadi kalktım diyelim su içebilecekmişim gibi J. Su sesi iyi geliyordu.
Eski Türk filmlerinde görmeye alıştığımız çeşme başı muhabbetleri oluyordu. Duyuyordum, kim kiminle ne yapmış falan. Hiç anlamadığımızı düşünerek gayet rahattı hasta bakıcılar. Gelip çeşme başında konuşuyorlardı. “Falanca bey filanca hanımla çıkıyormuş” , “öbürkü berikinin tavuğuna kışt demiş”,” ne olacak bu memleketin hali”, Anlayacağınız her türlü dedikodu.
Aslında, eğleniyordum yarım aklımla. Önümde insanlar konuşunca iki hareketli insan görmek moral veriyordu. Ama şu manevi acılar yok mu? Kötüydü.
Sağ tarafımda oldukça yaşlı bir amca yatıyordu. Belli ki uzun zamandır orada yatıyor. Gelip geçenler sesleniyordu ***** amca falan diye. Onu gördüğümde, burada böyle mi kalacağım diye soruyordum kendi kendime. Öyle bir ihtimal vardı elbette. Sol yanımdaki yataksa her uyandığımda değişiyordu. Bu hastanın ölümünü gösteriyordu. Düşünsenize; uyanmışsın sol yanında bir adam var, uyuyup tekrar uyanmışsın yatak boş, Yine uyuyup uyanmışsın, Bir kadın yatıyor, Bir daha uyuyup uyandığında bakmışsın o da yok. Hasta bakıcılar için normal tabi. Kim bilir her gün kaç ölü geçiyor ellerinden. Ama yatanın bunu hissetmesi çok kötü bir durum.
Ve ameliyattan yeni çıkıp yoğun bakıma gelenler. Uyanmaya başladıklarında acı çekmeye başlıyorlar ve seslerini duyuyorsun haliyle. Acı çeken insan sesini duymak  çok kötüymüş. Ve yoğun bakımda yattığını bilen ve bir an önce oradan çıkmak istediği için sürekli bağıran bir insan vardı. “Çıkartın beni buradan” diye bağırıyordu sürekli. Küfür ediyordu bağıra bağıra. Bu durum canımı çok sıkıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. Uyumaya çalışıyordum. Hemen çıkarılmasını dilemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Doktorların toplaşarak geldiğinde sabah saati olduğunu anlıyordum. Birkaç doktor başımda benim dosyama bakarak bir şeyler söylüyorlardı. Sonrasında doktorların günde iki keş geldiğini fark ettim. Nöbet değişimlerinde biri, diğerine durumumu anlatıyordu. Tıbbi dilde konuştuklarından anlamıyordum neler dediklerini. Başımdaki insanlar birbirlerine güzel bir şey söylediğin de gülümsüyorlardı. Bu iyi bir şey demek ki. Ben bunu algılar olmuştum. Bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. “Hadi iyi bir şeyler söyleyin” dercesine yalvarıyordum sanki onlara. 
Tam hatırlamadığım bir zamanda bir hasta bakıcı “ Yarın sizi çıkartıyoruz” dedi. Ben yarını bilmediğimden bekleyebiliyordum sadece.
” Eee hadi yarın olsun”.
Yok gelmedi o yarın. Beni MR çekmek için bir yerlere götürdüler. MR makinası arızalıymış geri getirdiler. O vakit bu işlerin hastanede bile sorumsuzca işlediğini düşündüm. “ Ya arkadaş beni götürmeden önce bi kontrol etsenize”.
Sanırım bir gün daha geçti ve beni başka bir odaya götürdüler. Yatağımla birlikte. Bir sürü tıbbi cihazımla. O zaman anladım ki yarın denilen zaman çok yaklaştı.
Bir sonraki yazımda sizlere yoğun bakımdan çıkış maceramı anlatacağım.  Macera diyorum çünkü geçekten maceraydı.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan