29 Ağustos 2017 Salı

Hastalıktan neler öğrendim.1 Devletin sağlık sistemi çökmüş.

Hastalıktan neler öğrendim.


Hastalığın iyisi kötüsü olmaz.
Hastalık hastalıktır. Her hastalık hem hasta için hem de sevenler için zormuş. Bu işin en can alıcı kısmı. Hele hele uzun soluklu bir durumsa iyice zormuş. Hasta da hasta yakınları da bu anlarda koluna girecek birilerini bekliyor.

Devletin sağlık sistemi çökmüş.

Maalesef şatafatlı açılışlarla bol bol hastane açsak da, her hastaneye yakışıklı bir tabela asılsa da bu işler gösterişle olmuyor. Apartmandan bozma üniversitelerde eğitim almış ya da yurt dışında parayı basıp uzmanlığını almış doktorlar değil, bize mesleğini insanlığa hizmet olarak gören tıpçılar gerek. İşini çok iyi yapan ve insana insan muamelesi yapan tıp çalışanlarını tenzih ederek söylüyorum.
Özel hastaneler birer otel olmuş. Hastanede, girişte “reception” yazılır mı? Gördüm. Özel hastanelere düştünüz mü her testi, her muayeneyi yapıyorlar. Biri sizi hiç gereği yokken başka bir doktora gönderiyor. Her doktor lüzumlu lüzumsuz testler istiyor. Sonucu ilk gittiğiniz doktor veriyor. Siz bir sürü para harcamış oluyorsunuz bu arada. Özel hastanelerle ilgili çok şikayetler olduğundan ve benim yazdıklarımdan çok daha ağır şeyler gördüğümden burada onlardan çok bahsetmeyeceğim.
Ben devlet hastanesinde kaldım. Orada yeterli sayıda yatak olmadığı gerekçesiyle beni bir özel hastaneye gönderdiler. Ya ne demek bizim yeterli yoğun bakım ünitemiz yok. Bakın diğer yazdıklarımda isim de vermiştim. Ben ülkenin en çok bilinen ve en donanımlı kalp ve damar cerrahi hastanesinde kaldım. Burada yatağın yeterli olmaması demek zaten filmin başlangıçtan kopuk olduğunu gösteriyor.
Geçmişte anlamıştım işlerin ne kadar karmaşık olduğunu. Geçmişte,
O gün çok işim olduğu için hastane randevusunu sabahın ilk sırasına almıştım. Sabah yedi buçuk gibi oradaydım. Meğer benim aldığım sıra numarası almak için sıraymış. Bir personel beni siz sıra numarası aldınız mı?” deyince uyanmıştım. Girdim kuyruğa elimdeki sıra numarası erken olduğundan bana saat sekiz buçuk gibi muayene olacağıma dair bir başka sıra numarası verdiler. Bekledim. Sıram geldi ama doktor yoktu. Hastane personeline sordum.” Ne zaman muayene başlar” diye. Verdiği cevap beni delirtti. ” Doktor trafikte daha gelmedi, gelince önce yatan hastaları ziyaret eder sonra muayeneye başlar” dedi. Çıldırmak üzereydim ve aynı gün çok önemli bir işim olduğundan belli ki muayene olamayacaktım. Bir başka personele nereye şikayetçi olabileceğimi sordum. Önce gülümsedi sonra tarif etti. Gittiğimde Hasta Hakları Odasında bir personel kahvaltı ediyordu. Karşısındaki masanın boş olduğunu görünce diğer personelin trafikte kaldığını anlamıştım. Şikayetimi söyledim. Ağzında yemekle ne söylediğini anlamasam da şikayetimi bir excel tablosuna yazdı ve ben çıktım. Bir daha beni arayan soran olmadı.
Yani diyeceğim şu ki,
  • -          Personelin önce hastanın insan olduğunu anlaması gerekiyor. Hasta zaten bir sıkıntısı olduğu için karşınızda. Size muhtaç olmasa ne işi var orada.
  • -          Öyle renkli sıra numarası gösteren ekranla sağlıkta devrim yapılmıyor. Önce randevu saatini tutturacaksın. Sonra muayene süresini hastanın işi bitene kadar sürdüreceksin.

  • -          Personelin insani duygular konusunda eğitimli olacak. Burası tapu müdürlüğü değil ki bugün git yarın gel. Hastayı gören her personel “benim işim değil bu iş” demeden hastayla ilgilenecek. Bir insan hastaneye gidiyorsa belli ki sağlığında bir sıkıntı var. Önce hastane personelinin hastayı profesyonel bir işmiş gibi görmesini engellemelisin.
  • -          Kapıdaki güvenlikten hasta bakıcına kadar, Hemşirelerden ambulans şoförüne kadar herkes yaptığı işin insan hayatıyla ilgili bir iş, hatta bir gereklilik olduğunu anlayacak.
  • -          Hastanende yeteri kadar yoğun bakım ünitesi, küvez,mr ekg gibi cihazın olacak.
  • -          Herkes bilinçli bir şekilde eğitilecek. Bu bir zincir ise zincirin tanıdan tedaviye kadar her halkası sağlam olmalıdır.- Ben yoğun bakımdayken fizik tedavi görmem gerektiği eşime söylenmemiş- Benim gibi iyileşme ihtimali az olan hastalar için hasta yakınlarına gereklilikler hakkında hiçbir bilgi verilmemiş.

Bu işler sadece tıp fakültelerinde kalmamalı. Tıp fakültelerinde doktorlar, hemşireler tıbbi eğitimini alsa da, randevuyu aldığın ya da acil servise geldiğin andan itibaren hastanın işi sadece doktorla değil ki. Doktoru – ameliyat değilse- on beş dakika görebilirsin. Sonrası?

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




22 Ağustos 2017 Salı

Komik şeyler.

Komik şeyler.

Işık gördün mü?
Benim kalbimin durduğunu öğrenen herkes bu soruyu sordu. Öbür tarafa gidip gelmiştim yaJ Haklı insanlar. 52 dakika içinde kim bilir neler yaşamıştım. Her yakınım ve hikayemi dinleyen herkes bu Soruyu muhakkak sordu. Gülüp geçiyoruz elbette ama zor tabi benim için de benim durumumu bilen yakınlarım için de.
Hani “Her canlı ölümü tadacaktır.” der ya kutsal kitap. Ben o ölümü tatmıştım sanki. Bir şeyler görmüş olmalıydım. Gidip gelip haber getirmem gerekiyordu J
Bu durumda şunu söylemeliyim. “ışık falan yok”.
Evet yok öyle bir şey. Bilincim kapalı olduğundan mı yoksa gerçekten bunun bir uydurma olduğundan mı bilinmez. Ama yok öyle bir şey. Bunun en güzel açıklaması Cem Yılmaz şovunda var.
Ben zaten hastalandığım günü hiç hatırlayamıyorum ve ancak yoğun bakımda uyandırıldığımda farkına varmışım ya, varsa bile hatırlamıyorum. Ama böylesine önemli bir şey olsa hatırlardım sanırım.
Sen sarhoş musun?
Fiziksel bir bozukluk olmadığından hasta olduğum anlaşılmıyordu. Saçlarım yeniden uzamış, eski kiloma dönmüştüm. E alnımda da yazmıyordu ki. “Bu adamın kalbi 52 dakika durdu. Beyne oksijen gitmediğinden konuşması sıkıntılı.”
Tarlabaşı’nda bir yer sordum. Genç bir çocuktu. Ve oralarda her şey bulunduğundan benim konuşmamı kafam güzel sanmıştı çocuk.
-          Abi sen ne içtin hiç kokmuyor
dedi. Çok güldüm. Gülmek iyi bir şey.
Amedeus ilk kullanan olmak.
Bir önceki yazımda yazdığım gibi, uzun bir fizik tedavi sürecinden sonra dışarı çıkmaya başlamış ve bir özel hastanede bulunan cihazı kullanmaya gider olmuştuk. Ancak bu cihaz Türkiye’de tek ve ilk kullanıcısı bendim. Fizyoterapistler kısa bir eğitim görmüş ve hasta kayıtlarında hep yalan hesaplar açılmıştı. İlk gerçek kayıt bendim. Aslında o makinenin yegane kullanıcısı da bendim.
Uzun bir uğraştan sonra fizyoterapistin ve benim gayretimle çözdük cihazı. Basit, oyun yüklü ve kullanımı çok zor olmayan bir cihazdı. Toplama bir bilgisayar, alakasız bir klavye  ve çok da makinaya uymayan bir ekran. Özünde bir bilgisayar programı ve oyunları sadece parmaklarınıza yapıştırdığınız mıknatıslar sayesinde oynuyorsunuz. Ancak ben mükemmeliyetçi biri olduğumdan makinayı sorgulamaya başlamıştım.
Arkadaş milyon lira ile para sayılmış bit cihaz, dandik bir bilgisayar seti – belli ki hastanenin eski bilgisayarlarından toparlanmış- ve Bayrampaşa’da herhangi bir tornacı ustasına yaptırılmış kalitede bir işçilik. Oldum olası kızarım alınan paranın hakkını veremeyenlere.
Bir gün yine seanstayken bir firma yetkilisi geldi. Belli ki çağırmışlar. Adama içimi döktüm. Rahatladım ama inanın ben oraya gidip geldiğim sürede hiçbir değişiklik olmadı. Yara bantından bozma bir bant vardı. Almanlar bu işi böyle yapmaz belli ki bunları akşam evde firma sahibi kendi kesmiş, ve hatta kesememiş.
Robotun kullanımını umarım öğrenmişlerdir ve birilerine faydalı oluyordur. Ama ilk kullanıcı olmanın verdiği sıkıntı büyüktü.
Fizik tedavi doktorunun hasta olduğumu anlamaması.
Hala çare arıyoruz ya. Bir doktora gittik. Ama aradığımız doktor değil ve yanlış yerden randevu almışız. Randevu aldığımız bölüm Fizik Tedavi.
Sıramız geldiğinde girdik içeri ve durumu anlattık. Doktor hemiplejiyi anlamadı. Beni evirdi çevirdi ama kusur göremedi. Sağ elim hala iş görmez oysa. Artık nasıl bir fizik tedavi gördüysem fizik tedavi doktoru bile anlayamadı. Her gittiğim doktora epikriz raporunu gösteriyordum. Okuyan tüm doktorlar çok şaşırıyordu ama o bir başka şaşırmıştı.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



21 Ağustos 2017 Pazartesi

Amadeo El Parmak Robotu

Amadeo El Parmak Robotu
Artık dışarı çıkabiliyorduk artık. Her gün bir özel hastanede bulunan bir fizik tedavi bölümüne gitmeye başladık. Yani sabah Nihat Bey’le çalışıyor akşamüstü bu hastaneye gidiyor ve oradaki El Parmak Robotu ile çalışıyorduk.
Bu robot Türkiye’de sadece bu hastanede vardı. Birkaç farklı robot denedik ama benim için en uygunu buydu. Ülkede ilk olarak bu hastaneye satılmıştı ve ilk hastası da bizdik. Her gün düzenli olarak gidip bir saat çalışıyorduk. Orada yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
  • ·         Fizik tedavi bölümleri özelleştirilmiş.

Bunu burada öğrendik. Türkiye’de pek çok hastanede olduğu gibi bölümler ayrı ayrı özelleştirilmiş. Örneğin diş hastanesine gidiyorsunuz bu özelleştirilmiş. Yani siz bir üniversite hastanesine gittiğinizi sanıyorsunuz ve mutlusunuz. Ama özel hastane devletten kişi başı parasını alıyor ama hizmeti başka bir anlaşmalı kurum veriyor. Yani özel hastaneler de mini özel hastaneler varmış. Bu mini hastaneler bulunduğunuz hastanenin taşeron işini yapıyor. Çok acayip bir durum bu. Ama gerçek.
Gittiğimiz fizik tedavi bölümü de özelleştirilmiş. Bu şu demek. Örneğin; on fizik tedavi uzmanı var ve her biri bir saatten günde seksen hastaya bakacakken bu sayı yüz yirminin üzerinde. Böylelikle her hastaya bir saat fizik tedavi hizmeti sunulamıyor. Bir başka deyişle her fizyoterapist aynı anda birden fazla hastayla ilgileniyor.
  • ·         Amadeo El Parmak Robotu ilk.

Ve bu makine bahsettiğim hastaneye yürüme tedavisinde kullanılan başka bir robot ile birlikte satılmış. Sanki zorla satılmış gibi, hiç eğitimi de verilmemiş ve hasta da bulunamıyor. Hiç duyurulmamış ve hiç tanıtımı yapılmamış. Biz makineye ilk oturan hastayız. Hasta kayıtlarını tutan bir bilgisayar var ve benim ismimden başka hiç gerçek kayıt yok. Bir fizyoterapist hanım açtı makinayı. Ve belli ki kendisine çok kısa bir tanıtım yapılmış olmalı. Beraber keşfettik birlikte. Ben birkaç ay gittim ve inanın en çok ben biliyordum. Hatta o robotun tek hastası ben olduğumdan bir süre sonra ben gittiğimde fizyoterapist bile gelmeden açıyorduk makinayı. Sonradan selamlaşmak için geliyorlardı ve benden başka hasta olmadığından istediğim zaman, istediğim kadar kullanmama izin vermişlerdi. Bu çok acı bir durum. Çok para verilerek – ki eminim bunun için devlet fonu, teşvik bir şeyler kullanılmıştır-alınan bu cihaz öylece yatıyordu. Sadece bizler gibi bir meraklının arayıp sorup bulabileceği bir yerde. Gaziosmanpaşa’ da eksi dördüncü katta bir fizik tedavi ünitesinde öylece kullanılmayı bekliyordu. Doğru düzgün tanıtımı yapılsa ve kullanıcılar tarafından bilinse eminim pek çok hastayı heyecanlandıracaktır. Hastanenin adını buradan yazmıyorum. Bana mail ile ulaşalar bu bilgiyi alabilir.
Büyük müzisyen Wolfgang Amadeus Mozart’tan esinlendirilerek isimlendirilmiş bu tıbbi cihazın ismine yakışır bir vizyonla sunulmasını beklerdim. Ancak maalesef bir bodrum katında öylece bekliyor hastalarını.
El parmak robotu ile birlikte satıldığını anladığımız bir üçüncü makine daha vardı. Bizimkini yanında boş bir alanda duran tekerlekli sandalye benzeri bir başka cihaz. Ve o cihaz, ben oraya gidip geldiğim dönemde hiç çalıştırılmadı. Denilene göre bu cihaz için eğitim bekleniyormuş. Düşünün ben dört ay boyunca her gün oraya gittim ve o sürede eğitimi verecek bir kişi gelmedi. Teşvikle alınan bu milyonluk cihazlar öylece duruyor.
  • ·         Fizik tedavi hastalarının öncelikleri,

Orada pek çok hastayı tanıma fırsatım oldu. Gelen çok hastanın derdi sadece yürüyebilmek. Yani fizyoterapistlerin dediğine göre hastalar devletin yılda almış günle sınırlandırdığı fizyoterapi hizmetini kullanırken sadece ayağa kalkabilmek olarak görüyormuş. Bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu süre heyet raporuyla uzatılabiliyor. Yani gittiğiniz hastane gerek görür ve heyet onaylarsa bu süre daha da uzatılabiliyormuş. İşin peşini bırakmayın.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


18 Ağustos 2017 Cuma

Artık evden çıkıyorum.

Artık evden çıkıyorum.
Bir sabah seansında Nihat Bey’e dedim ki,
-Ben araba kullanabilir miyim?
Baştan çok sevimli gelmedi ama benim çok inançlı oluşumu görünce
-          Deneyebilirsiniz.
Dedi. Hemen arkadaşımı aradım ve beni dışarı çıkartmasını istedim. Hastalandığımda arabamızı ona bırakmıştık. Sağ olsun koştu geldi. Hemen Kağıthane’deki sürücü kursu pistine gittik. O zaman denemek istediğimi ve yanıma oturmasını istedim.
Oldu.
Kullanabiliyordum. Çok garip gelmişti. Sürücü koltuğuna oturduğum on altı yaşım aklıma geldi.
Eve kadar ben geldim hatta. Ve hatta evimin bulunduğu sokağa – ki eskiden de öyle yapardım – geri geri girdim. Bu çok sevindirici bir şeydi ve büyük bir gelişmeydi. Artık her gün eşime bir yerlere gitmeyi teklif eder olmuştum. Özgürdüm ve İstanbul yeniden benimdi.
İlk araba kullanmamı sabah heyecanla Nihat Beye gururla anlattım. Çok sevindi. Çok mutluydum çünkü.
Ertesi sabah içim içimi yiyordu. Bir bahane bulup dışarı çıkmalıydık. “Hadi çay içmeye Karaköy Kahvesine gidelim”
Şöyle bir karar aldık birlikte.” Hastalanmadan önce sevdiğim şeyleri yemeye gidelim” dedik.
Artık hem yemek yiyebiliyor hem de araba kullanıyordum ya tadını çıkarmalıydım iyileşmenin.
Öne Balattaki kuru fasulyeciye gittik. Hem hastane kontrollerim vardı hem de dışarı çıkmak için bahanem. Kuru fasulyeyi çok severim. İstanbul’un en iyi yerlerini arar bulurdum eskiden. Sadece Karadeniz kuru fasulyesini mükemmel yapan yerleri değil ama, şöyle bol sulu kamyoncu kuru fasulyesi yapan yerler vardır. İnşaat alanında, benzinliğin içinde falan kimsenin bilmediği yerler. Balat’taki çömlekteki fasulye daha önce dikkatimi çok çekmişti ama hiç vaktim olmadığından uğrayamamıştım. Bu gün o günmüş.
Hayatta daha içilecek suyun varmış, alacağın nefes varmış derler ya. Benimki de o hesap. Daha yiyecek kuru fasulyem varmış gibi oldu. Daha sonra birlikte olduğum her eski arkadaşıma bu espriyi yaptım.
-          Daha birlikte içilecek çayımız varmış.
Artık dışarı çıkabildiğime göre her yer benimdi. Karaköy Kahvesi çok sık gittiğim bir yerdi. Beni orada tanırlar, severler. Oraya çok sık gider olmuştuk. Hemen hemen her gün oraya gitmek için bir bahane buluyordum.
Eskiden sevdiğim her şeyi yemeye çalıştırıyordu eşim. O da alışmıştı. Her gün bir yerlere gider olmuştuk. Çapa’da hastanenin tam karşı sırasında nefis bir lahmacuncu vardır. Oraya gittik örneğin. İstanbul’daki en iyi Gaziantep lahmacununu orası yapar bence. Çok lüks bir yer değil. Hatta çocukluğumdaki lahmacuncu gibi nostaljik bir yer. Hani şu çok meşhur bir Unkapanı pilavcısı vardır ya oraya gittik. Dönerciler, pideciler, tatlıcılar bütün gün geziyorduk.
Hastalanmadan önce gezemediğim her yere gidebilir olmuştum. Ertesi sabah Nihat Bey’e her şeyi anlatıyordum. Her sabah dinlemekten sıkılıyorduk belki ama ben anlatmaktan sıkılmıyordum.
Öğleden sonra da çıkıp başka bir hastanede bulunan el-parmak robotu – bir fizik tedavi cihazı- ziyaretimiz oluyordu. O hikayeyi başka bir yazıda uzun uzun paylaşacağım.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


16 Ağustos 2017 Çarşamba

Evde fizik tedavi.

Evde fizik tedavi.
Hiç ara vermeden fizik tedaviye devam ettik. Hastanedeki fizik tedavi uzmanım Nihat Dağ her sabah eve geldi. Hiç üşenmeden sabah altı gibi evinden çıkıp saat yedide bizde oluyordu. Hastanedeki görevine devam ettiğinden böyle bir saat ayarlaması yapabilmiştik. Sabah saat yedide başlayan fizik tedavi saat dokuza kadar sürüyordu.
Tam iki saat boyunca çekme, germe, yürüme, el kol çalışma sürdü. Günlerce, haftalarca hatta aylarca.
Acılı ve ağrılı geçen zamanlardı. Her sabah uyandığımda Nihat Bey geliyor ve günaydın faslından sonra başlıyordu ayaklarımı çekiştirmeye.
On kere sağ bacak on kere sol bacak hem eğiliyor hem bükülüyor hem çekiştiriliyordu. Canım acıyordu elbette ama yapacak bir şey yok. Sonra sağ kolum. Ters çevriliyordu. Yine canım acıyordu ama direniyordum. Bazen gözümden yaş gelene kadar sürüyordu.
Sonra hadi koridorda yürüme çalışması.
Ardından masaya koyduğumuz havlunun üstünde el çalışması. Kolumu, elimi, bileğimi sürekli esnek hale getirmeye çalışıyorduk.
Fizik tedavide iyileşmesi en zor olan bölüm parmaklarmış. Şöyle bir gerçeklik var. Örneğin kolunuzda üç eklem var. Omuz, dirsek ve bilek. Bunlar halloldu. Ama sadece bir elimizde on beş eklem var. Onun iyileşmesi oldukça zor. Çok uğraştık. Ne alet edevatlar aldık ama olmadı. Elim iyileşmedi hala. Sağ parmaklarımda sorun var.
Sol elimi kullanmaya başladım. Sağ elimle poşet taşıyabiliyorum ama sağ elimle kalem tutamıyorum hala. Tıpkı Nihat beyin dediği gibi;
-          Gürkan Bey, parmaklara gerekli özeni göstermezsek bu el sadece poşet taşımaya yarar.
demişti. Öyle oldu. Şu an maalesef sadece poşet taşımaya yarıyor.
Burada fizyoterapistin önemi ortaya çıkıyor.
Nihat Bey benim hem dostum oldu hem psikolojik danışmanım oldu. Onun dediği her şey doğru çıktı. Yarım konuşmamla beni dinledi, anlamaya çalıştı, tavsiyelerde bulundu. Her dediğini yapmaya çalıştım. Elimden geldiğince dediklerini denedim. Sağ elimin dışında düzelmeyen hiçbir yerim kalmadı. Sanırım biraz bıkkınlık geldiğinden sağ elime gerekli özeni gösteremedim belki. Belki de bu kadar düzelebilecekmiş. Bilemiyorum. Saatlerce çeşitli oyuncaklar tutmaya çalıştım. Aldığımız tahta oyuncaklar vardı. Parmaklarımın gelişebilmesi için. Onlarla oynadım. Yazı yazmaya çalıştım. Gitar çalmaya çalıştım. Fizik tedavi için alınan bir Elektroterapi aletini günde birkaç kez bağlıyordum. Ama olmadı.
Önce adım atmaya çalıştım. Sonralarda adım atmanın bir ötesinde ayaklarımı aynı hizada tutup yürümeye çalıştım. Sonra geri geri. Her gün iyiye gidiyordu. Bir süre sonra koridorda gözlerim kapalı ileri ve geri adım atmaya başladım. Sonrasında ayaklarımı diğerinin arkasına atarak gözler kapalı adım atabilir olmuştum. Ayağa kalktıktan bir süre sonra evdeki fizik tedavi iyi gelmişti.
Ve her gün evde uğraşıp durduk.
Bu arada artık kısa mesafe yürüyebilir olmuştum. Dışarı çıkabiliyor ve sokakta yürüyebiliyordum artık. Önceleri evimizin yüz metre ötesindeki kafede çay içmeye gittik. Zorlanıyordum ama başarabiliyordum. Her sabah Nihat Bey’e önceki gün ne yapabildiğimi anlatıyordum. Bu hem ona hem bana moral veriyordu. Dedim ya; “Nihat benim hem dostum hem fizyoterapistim hem psikoterapistim oldu” diye. Ona anlatabilmek iyi geliyordu. Çok konuşamasam da derdimi anlıyordu. Her dediğim anlaşılamasa anlama çalışıyordu.
Bir gün arkadaşım Türkan ve Özgür  geldiler ziyaretime. Dışarı çıkmayı teklif ettiler. Biraz tedirgin olmuştuk . Hani Neil Amstrong'un aya ilk adımında söylediği cümleler, “aslında insan için ufak insanlık için büyük bir adım” tam tersi, benim için çok büyük bir adımdı.
Beraber Karaköy Kahvesi’ne gittik. Harika bir gündü. Hem dışarıya ilk çıkışım, hem en sevdiğim ve hayalini kurduğum yere gidişim, hem de dostlarımla beraber.
Tabi sabah Nihat Bey’e bunu söylemek ilk işim oldu. Büyük bir keyifle. Artık dışarıya çıkabilmeye başlamıştım başlamasına da hala her sabah sürüyordu fizik tedavi. Yine git-gel adım at, ayaklarını çapraz yap.
Acılı ve zor bir süreç. Hiç kimseni bunları yaşamasını istemiyorum. Ama eğer mecbursanız yapın, yaptırın. Küçücük bir umut bile olsa, dışarıya çıkıp yürüyebilmek çok zor diye görünse de muhakkak uygulayın bu tedaviyi. Sonu iyi oluyormuş. Denedim ve gördüm.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan





12 Ağustos 2017 Cumartesi

Eve ilk gelişim

Eve ilk gelişim
Eve geliş yolu uzun sürmüştü ve ben yolu tarif etmiştim. Bu oldukça moral vericiydi. Demek hafızam yerine gelmişti. Eve gelirken hemen bir şey fark ettim. Bizim eve giden cadde ters yöne dönmüştü. Gidiş geliş olmuş, geliş gidiş olmuştu. O anda “daha ne değişikliklerle karşılaşacağım acaba” diye düşündüm.
Eve geldiğimizde on bir adımlık bir merdivenden inmem gerekiyordu. Herkes çok endişeliydi. Hastanede denemiştik. Ve hatta bu yüzden eve ambulansla götürülmem konuşulmuştu. Cesaretliydim, yapabilirdim. Açık hava iyi gelmişti. Heyeacanlıydım.
Hiç sorun yaşamadan merdiveni kullandım. Birileri koluma girmişti ve hiç zorlanmadan olmuştu. Kendime güvenim geri geldi.
“Her insan geçmişiyle geleceğinin birleşim noktasında bulunur. Bulunduğu bu konum geçmişin sonuçları iken geleceğin başlangıç sebeplerini oluşturur” der. Etem Xemgin ( Alevilin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi.)
Sanırım benim de konumum tam bu basamaklardı. Denedim oldu, Yepyeni bir hayat, hem de çok sıkıntılı bir hayat burada başlıyordu.
Eve geldiğimde hasta olmadan önce uzandığım üçlü koltuk aynen duruyordu. Özlemle yattım yine. Ama bu defa çok farklı. Eskiden keyifle yattığım o koltuk şimdi hastalığımdan dolayı yatırıldığım bir yer olmuştu. Her şey eski yerinde ve hiçbir değişiklik olmasa da bana çok garip geliyordu. Evimden hiç bu kadar uzak kalmamıştım. Bazen günler süren seyahatlerim oluyordu ama böyle birkaç ay uzak kalmamıştım. Ve sanki daha bir özlemiştim.
Arkadaşlarım evde bekliyordu. Bir karşılama seremonisinden sonra nihayet yerime yerleştim. Doğru düzgün oturamadığımdan ya koltuk kenarına yaslanıyor ya da uzanıyordum. Herkes buradaydı. Dostlarım, kızlarım ve eşim. Mutluydum.
Akşam erken olmuştu. Aralığın son günü olduğundan günler çok kısaydı. Yemek saati geldi. Yemek yeme işim sıkıntılıydı. Hala püre ve yoğurt yiyebiliyordum. Henüz masada oturamadığımdan sehpayla gelen yemeklerimi yemeğe çalışıyor ve masada oturanları izliyordum. Benim gibi yeme içme işlerini çok seven biri için zulümdü. Ama iyileşecektim. Azimle o sofraya oturum her şeyi yiyecektim. İnatlıydım, en kısa sürede yeniden ayağa kalkacaktım. Hatta her yere gidip en çok sevdiğim ve özlediğim her şeyi yeniden yiyecektim. İlerde nerelerde neler denediğimi yazacağım. Bir gurme gözüyle değil, bir yemek sever gözüyle.
Eve geldiğimde su içmeyi bile beceremiyordum hala. Bir koltuktan diğerine kızlarımın yardımıyla geçebiliyordum. Ayağa kalktığımda adım atabiliyordum ama oturduğum yerden kalkamıyordum.
Evim iyi gelmişti bana. Kısa sürede toparlayacağıma inanmıştım. Onca zor süreçten geçtikten sonra bu bile büyük kazanımdı.
“kazanımdı” diyorum çünkü hayatla mücadelemi kazandığımı hissediyorum. Yeniden hayata dönmek ve hızla iyileşebilmek.
Büyük sıkıntılar çeken sevdiklerime göre, ben hayat mücadelesini kazanmışım. Hani “ölümden döndü” derler ya, ben bildiğiniz “ölüymüşüm”. Büyük çabalarla ve zor geçen günlerden sonra nihayet evimdeydim. Bundan sonrası da ayrı bir serüven. Çok acı veren bir fizik tedavi süreci var. Uzun uzun yazacağım.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



8 Ağustos 2017 Salı

Hasta yatağında hissettiklerim 4

Hasta yatağında hissettiklerim 4

+++ Devam
Ve iyileşmeye başlamıştım yavaş yavaş. Koridorda yürüyüş denemelerim artmıştı. Yatakta oturmaya başlamıştım. Az da olsa yiyecek verilebiliyordu. Uykum daha düzenli bir hal almıştı. Son günlerde sık sık dışarıya çıkarılır olmuştum. Bana da iyi geliyordu. Artık yatmaktan sıkılmaya başlamıştım. Duvarımdaki tablodaki çiçeklerin sayısını da ezberlemiştim. Ne eksiliyor ne artıyordu. Ama henüz istemsiz hareketlerim kesilmediğinden ve henüz konuşamadığımdan bir türlü çıkartmıyorlardı.
Hastane odamızda vakit çabuk geçiyordu. Sürekli birileri ziyarete geliyordu ve kalabalık iyi gelmeye başlamıştı. İnsanları tanıyor olmam, tepki verebiliyor olmam, birilerini görmem motivasyonumu arttırıyordu. Gece olduğunda eğlenceli de oluyordu. Bazı geceler bilgisayardan film izliyorduk.Gece koridorda yürümeyi denemek için yürüyüşe çıkıyorduk. Otuz metre. J
Bir akşam biriyle karşılaştık. Sportmen, uzun boylu orta yaşın üstünde bir bey. Hastanenin vakıf yöneticilerinden biri olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu iyi niyetli insan babasının yattığı odaya ziyarete gelmiş, gördüğünde benim artık iyileştiğimi ve maratona çıkabileceğimi söyledi. Ve hatta benden söz istedi. Ben de söz verdim. Ama İstanbul maratonuna tam katılabileceğim zaman geldiğinde maalesef maraton siyasallaştırıldı. Bu yüzden özellikle katılmadım. Kendisi, sözümü tutamadığım için affetsin.
Hastane odası evimiz gibi olmuştu ama ben hala çıkamıyordum.
Bense bir an önce evime gitmek istiyordum. Ben evimi özlemiştim.
Sema hanım geldi ve,
-          Evet çıkarıyoruz seni,
dedi ama bu birkaç gün sonraymış. Hemen bir telaş başladı bizimkilerde. Eve ambulansla gitmeliymişim. Onlar da haklıydı. Sağlığımı düşünüyorlardı elbette. Ama ben galiba ambulanstan sıkılmıştım. Herkesin endişesi evimizin girişindeki basamaklardı. Ben yavaş yavaş inebileceğimi düşünüyordum. Nihat Bey’le hastanenin merdivenlerinde deneme yapmaya başladık. Biraz aceleci bir yapım olduğundan ben hemen halledebileceğimizi düşünüyordum.
Bu arada birkaç gün geçmek bilmedi. Odada bir telaş. Bir yandan hızlandırılmış yeme içme turları, bir yandan da hızlandırılmış yürüme egzersizleri.
Bir sabah tamam oldu bu iş dedik. Tamam gidiyorduk.
Öyle çok çanta, poşet, ıvır zıvır vardı ki toplamakla bitmedi. Uzun zamanda toparladık ve ben artık evime gidiyordum. Arkadaşımız Figen beni kapı önünde bekliyordu. Kapı önüne kadar tekerlekli sandalyeyle götürülmüştüm. Arabaya bindirildim. Ve eve gidiyorduk.
Güzel bir gündü. Yolu ben tarif ettim. Bu benim için büyük başarıydı. Demek yer yön kavramı da geri gelmişti. Henüz konuşamasam da işaret diliyle falan hallettik. Ama hallettik.

Devam edecek+++

Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan


7 Ağustos 2017 Pazartesi

Hasta yatağında hissettiklerim. -3

Hasta yatağında hissettiklerim. -3
+++ Devam,
Su içememek nedir bilir misiniz?
Evet ben öğrendim. Su içmeyi unutmak neymiş.
Su içmeye çalışırken her iki denemeden birisinde öksürmek, içmeye çalıştığınız suyu püskürtmek. Her denememde olmuyordu. Yoğun bakımdayken karşımdaki lavaboya kalkıp su içebilmek istemiştim. Sonrasında rüyalarıma girmişti bu istek. Demek ilerideki bu sıkıntımı ifade ediyormuş bunlar.
Bardakla denedik, çay bardağı, su bardağı, pet bardak olmadı. Pipetle denedik olmadı. Şişeyle denedik olmadı. Her defasında yutmaya çalıştığım suyu püskürtüyordum. Üstüne bir de öksürük tutuyordu. Genzime kaçan su uzun bir süre öksürtüyordu. Sonradan öğrendik ki, su içmek beyne en zor öğretilebilen şeylerden biriymiş. Uzunca bir zaman bu sıkıntıyla yaşamak zorunda kaldım. Aslında eve çıktıktan bir süre sonra da bu işkence sürdü. Evde bile bir süre su içemedim. Hatta hala su içerken öksürdüğüm oluyor zaman zaman. Su içmek için beyin ayrı bir eylem yapıyormuş. Ve lokmaları yutmaktan daha zormuş. Çünkü lokmalar daha katı olduğundan yemek borusu istemli hareket ediyormuş. Su içmeye çalıştığınızda kayıp giden sıvı soluk borusuna kaçabiliyormuş. Öyle oldu. Önce yemek yemeği öğrendim. Püre haline getirilmiş yemekler sokuşturuldu. Eşime gelen refakatçi yemeğinin yanındaki pet su gözüme takıldığından, eşim her seferinde suyu göstermeden içiyordu. Yemek yemeyi ve su içmeyi çok seven ben, yiyemez içemez olmuştum. İyileştikçe hepsinin hıncını aldım bir bir.
Yatağımın ucunda bir sürü yiyecek vardı ama ben sadece yoğurt yiyebiliyordum. Trokestomi çıktıktan birkaç gün sonra doktorum Sema Hanım,
-          Bu hasta iyi, gidin karşıdan poğaça falan alın yedirin,
dediğinde, gerçek sanıp sevinmiştim. Sonradan mecaz olduğunu anladım. Canım istiyor ama şifa niyetine taze fasulye püresi ve yoğurt yiyordum işte. Bu hikaye uzun bir zaman sürdü. Artık olan bitenin farkındaydım ve bir an önce çıkmak istiyordum. Ama daha çok zaman vardı. Ses çıkarmam lazımdı, yürüyebilmem lazımdı, yemek yiyebilmem ve en önemlisi su içebilmem lazımdı. Ben biraz daha çiçekleri sayacaktım belli olmuştu.
Her sabah önce hemşireler geliyordu, kontrollerimi tamamlıyor ardından doktorum geliyordu. Sema hanım her geldiğinde gülümsüyor ve günaydın diyordu. Bu iyi geliyordu bana.
-           Hadi konuş bir şeyler söyle, bak çıkaracağım seni,
değinde ben de bir şeyler söylemeye çalışsam da ses çıkaramıyordum. Ah bir konuşabilsem.
Hop o gidiyor Nihat Bey geliyordu. Saat 10 olmuş belli ki. Bir saat boyunca evirip çevirip canımı yakıyordu. Katlanıyordum. Zevkle hem de. Her hareketi defalarca yapıyordu. Ayaklarımı geriyor çekiyor, kollarımı ters çeviriyor ve bir sürü acı veren şey. Sonra bir yataktan kalkma denemesi. Yürüme denemesi. Sonra hemşireler geliyordu. Şerife hemşire,
-          Hadi Gürkan Bey, Bir şey söyle bana.
Bu günlerce sürdü. Bir gün ben kendi kendime Şerife Hemşireye “İyiyim” demişim. O gün ne mutlu bir gündü. Sonrasında ses çıkarmaya çalıştım. Bir taraftan fizik tedavi, bir taraftan ses çıkarma çabaları, bir taraftan da yürüme çabaları. İyi gelmişti. Artık adım atabiliyor, ezilmiş yemekleri yiyebiliyor, çorba içebiliyordum. Hala su içemiyordum ama bir şeyler yoluna girmeye başlamıştı.
Yanıma gelenlere daha tahammüllü davranmaya başlamıştım. İyileşeceğimi biliyordum ya biraz daha az kapris yapmam gerektiğini fark etmiştim. J
Devam edecek+++
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan



4 Ağustos 2017 Cuma

Hasta yatağında hissettiklerim. -2



Hasta yatağında hissettiklerim. -2
+++ Devam
Birkaç gün içinde yonca kalktığında ziyaretçilerim gelmeye başladı. Duyan gelmiş. Arkadaşlarım, akrabalarım, iş arkadaşlarım, kızlarımın arkadaşları. Her gün bir sürü insan geliyordu. Benim ne kadar sevildiğimin göstergesiydi elbette. Ama onca insanın bu halde görmesi açıkçası beni üzüyordu. Ben insanların önüne güçsüz çıkmayı çok sevmeyen biriyimdir. Bu yüzden kendimi çok aciz hissediyordum. Onca insan geliyor, gidiyor. Her defasında hüzünleniyorsun. Bir de her gelen eşime bu olanların nasıl olduğunu soruyor. Ya herkes aynı soruyu soruyor ve -yazık garibim- eşim her defasında durumumu anlatıyor. Ya düşünsenize günde on kez aynı şeyleri birilerine anlatmaya çalışmak ne kadar zor.
-          Şimdi daha iyi, ama çok zor günler geçirdik.
-          Doktorlar iyiye gittiğini söylüyor.
-          İyi olacağına inanıyoruz.
-          Bir süre sonra çok daha iyi olacak.
-          Birkaç güne ayağa kaldırılacak.
-          Şimdi uyudu.
Hep aynı şeyler. Defalarca ve her gelene.
Bazılarının yanında uyuyor numarası yapıyordum. Bazıları geldiğinde de gerçekten uyuyordum. Uyuma bahanesiyle ben savuşturuyordum ama eşim maalesef her geleni karşılıyor ve cevap vermek zorunda kalıyordu. Zamanlar böyle geçerken bir taraftan ben olup biteni anlamaya çalışıyordum bir taraftan da iyileşiyordum.
Bir süre sonra, yoğun uğraşlarla adım atmaya başladım. Ama dengem hiç yoktu. Sadece sürüklüyordum ayaklarımı. Hastane koridorunda yürütmeye çalıştılar. Ama arkamda tekerlekli sandalye vardı ve yorulursam hemen oturtuyorlardı beni.
Ve artık insan içine çıkabilmiştim. İyi gelmişti bana. Üç hafta sonunda  yirmi metrelik koridoru yürüyebilir olmuştum. Ve bir süre sonra aynı koridoru bitirebilir olmuştum. Bu her defasında arttı. İyi geliyordu bana.
Koridorda yürümek büyük bir başarıydı elbette.
Hastanenin çok güzel bir bahçesi olduğundan zaman zaman dışarı çıkarmak istiyorlardı beni. Tekerlekli koltuk iyiydi ama bazen tekerlekli sandalyeye oturmak zorunda kalıyordum. O canımı acıtıyordu ve hemen sıkılıyordum.
Bahçede hava almak iyi geliyordu elbette ama bazen de canımı sıkıyordu. Sağlığımda çok sevdiğim Balat bana hep iyi gelmiştir ama niyeyse o zaman aynı manzarayı seyretmek, birazda eski günleri hatırlamaktan olsa gerek canımı yakıyordu. Düşünsenize, sağlığınızda hep aynı manzarayı seyretmekten zevk alırken şimdi hasta olduğunuzdan mecburi olarak izliyorsunuz. Eskiler aklıma geldiğinde üzülüyordum. Erkenden yatağıma geri götürülmek istiyordum. Haliç manzarası her zamanki gibi keyif vermiyordu.
Odama çıkarıldığımda, yatağıma alması için hasta bakıcının gelmesi gerekiyordu. O zaman acizliğim bir kez daha vuruyordu yüzüme. Bazen başka hastaların yanında olduklarından on on beş dakika yatağın başında öylece bekletiliyordum. Sıkıcıydı.
Bazen de hastanenin rehabilitasyon odasına götürüyordu eşim. Orada bir piyano vardı. Akortsuz eski bir duvar piyanosu. Denedim tek elimle birkaç kez. Yeniden müzik yapmak istiyordum. Ama sadece sol elle piyano çalınmaz. İşte yüzüne vuran bir tokat daha. Sağlıklıyken ne güzel piyano çalardım. Ne güzel gitar çalardım. Aklıma geldiğinde tekrar yatağıma dönmek istiyordum. Moral bozulunca isteksizleşiyor insan.
Eşimin A4 kağıdına yazdığı büyük harfli alfabe ile iletişim kurabiliyordum. Derdimi mors alfabesi ile anlatır gibi olmuştum. Günde birkaç kez kontrole gelen kat hemşiresi her geldiğinde ses çıkarmamı istiyordu ama henüz ses çıkaramıyordum. Sanki bir ses çıkarabilsem her şey eskiye dönebilecekmiş gibi geliyordu bana. Ama eskiye dönmeye başladığımı fark ediyordum. Bilincim açıldıkça eski huylarıma döner olmuştum. Örneğin ben sürekli çıktığım basamakları sayar, hatırlar ve tekrar çıkacağımda sayısını hatırladığım için tersten düşerek sayar, öyle çıkardım. Örneğin 6 basamaklı her zaman çıktığım bir merdiveni yeniden çıkacaksam 6-5-4-3-2-1 diye sayardım. Yani her sayılabilecek şeyi sayardım. Oda da her şeyi saymaya çalışıyordum içimden. Odada her şey tek olduğundan sayacak bir şey bulamıyordum. Sadece karşımdaki tabloda bulunan bir vazo resmi vardı, o vazodaki çiçekleri sayıyordum. Tam on dört çiçek vardı. Her yatağa yatırıldığımda, her uyandığımda her gördüğümde onları sayıyordum. Bir de bende simetri hastalığı denilen bir bozukluk vardı eskiden. Hani şu gittiğiniz lokantada yamuk gördüğünüz tabloyu kalkıp düzeltirsiniz ya. Odanın kapısının arkasına bir acil durup tabelası asılmıştı ama yamuktu. Odadan çıkana kadar kalkıp onu düzeltmeyi başaramadım. Bu da kafama takılıyorsa demek ki iyileşmeye başlamıştım. Bu iyi haberdi.
Aslında bu yazdıklarımın hepsi kronolojik olmuyor. Çoğunluğu birbiriyle aynı günlerde oluyor. Bu sebeple karışık biraz. Okurken sıkılıyorsanız bilin ki ben yazar değilim ve zamanlamayı tutturamamışım. Bu konuda özür dilerim. Yazmaya devam edeceğim yine de.
Devam edecek+++
Herkese acil şifalar dilerim.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan




1 Ağustos 2017 Salı

Hasta yatağında hissettiklerim. -1

Hasta yatağında hissettiklerim. -1
Üç beş dakika içinde yatağım hazırlanmıştı. 15 M² odaydı. Sterilize edilmiş tertemiz bir oda. Öncelikle bana hasta muamelesi yapıldığını hissetmiştim. Öncesinde çektiklerim gözümün önüne geldiğinde fark edilebilir bir gerçekti. Öncesinde hastalarına profesyonel işleriymiş gibi ve ürünmüşüm gibi hissettiklerinde burası çok başka gelmişti.
Bir özel hastane olmasına rağmen Balat Hastanesinde hiçbir özel hastane olmayan bir sıcaklık var. Hasta bakıcılar ve hemşireler çok iyi insanlar. Belli ki çok iyi bir eğitim almışlar ve özenle seçilmişler. Başımda hiç dedikodu yapmadılar örneğin. Her lazım olduğunda hiç laf söz etmeden koşa koşa geldiler. En başlarda bunu çok fark etmiyordum ama sonralarda bu insanların, yaptığı işin önemini kavradıklarını anladım.
Özel hastanelerde genellikle bütün testler bir bir uygulanır. Amaç faturayı kabartmaktır. Bu hastanede öyle bir şey yok. Ne lazımsa o kadar. Ve fatura her gün azalmış.
Öncelikle doktorum Sema Hanım geldi. Konuşamıyordum ama fark ediyordum. “İyi bu hasta kısa sürede toparlar” dedi. Bunu duymak iyi geldi sanırım. Hemen arkasından Kulak Burun Boğaz hekimi geldi. “Trokestomiyi çıkarabiliriz” dedi. Bu benim adıma iyi bir gelişmeydi. Trokestomini çıkarılması demek benim kendi kendime yemek yiyebileceğim anlamına geliyordu. Bu arada çeşitli doktorlar geliyor gidiyor ve hikayemi dinlediklerinde şaşırıp kalıyorlardı. Benim direncimi gördüklerinden ve kendi tecrübelerinden sanırım oldukça iyi şeyler söylüyorlardı. Eşim onlarla konuşup yanıma geldiğinde hep iyi şeyler söylüyordu bana. Hastalandığım günden itibaren beni bir an için yalnız bırakmayan eşim, iyi şeyler söylediğinde ben de daha bir direniyordum hayata.
Yaşama tutunmayı başardığıma göre artık iyileşmeye çalışmalıydım. Önümde çok zorlu bir süreç vardı. Bir taraftan ses çıkarman gerekiyordu, bir taraftan da fizik tedavi süreci vardı önümüzde.
Öncesinde de önce rahat uyumam gerekiyordu. Hem istemsiz çırpınmalar ve el kol hareketlerinden kurtulmam gerekiyordu, hem de ağrılarımdan. Uzun zaman yatmaktan her yerim aşırı ağrıyordu. Ağrılar düzelmeye başladığımın göstergesiydi. Onun ve epilepsi için düzenli ilaçlar veriyorlardı. Her gelen hemşireye seviniyordum. Onların konuşmalarını anlamak bile iyileşeceğimi söylüyordu adeta. Bir yandan da -sonrasında dostum olan-, fizyoterapistim Nihat’la tanıştım. Canımı çok yakıyorlardı ama yapacak bir şey yoktu elbette. İyileşeceksem her gün iki saat çekme, germe, bükme ve her türlü eziyete katlanacaktım. Ve kalan sürelerde de atel takılıyordu ayaklarıma. Ayaklarım uzun süre yatmaktan balerin ayağı denilen şekilde kalmıştı. Bu atel mevzusu çok canımı yakan bir durumdu ama onlar sayesinde ayaklarım düzeldi. Fizik tedavi sonrasında hemen uyuyordum. Bir hemşire gelip beni uyandırana kadar uyuyordum. Odamda yeşil yonca olduğundan tıp ile alakalı olanlar dışında kimse giremiyordu. Sadece eşim ve ben. Bir taraftan iletişim kurmaya çalışıyordum onunla. Bir A4 kağıdına alfebe yazmıştı büyük harflerle. Ben sol elimin işaret parmağı ile derdimi anlatmaya çalışıyordum. Örneğin çok sıcaksa ve camın açılmasını istiyorsam C-A-M diyordum sırayla. Ve anlıyorlardı. Çok terliyordum ve hava almak istiyordum. Bir taraftan da su değdiriyorlardı dudaklarıma. Daha öncesinde de yazdığım gibi su içmeyi bile unutmuştum.


Bir gün Nihat Bey dedi ki,
-          Artık sizi ayağa kaldıralım.
Nasıl olacak ki? Oturamıyorum bile. Bir kolumda Nihat Bey bir kolumda hasta bakıcı beni ayağa kaldırmaya çalıştılar. Ama olmadı. Hemen attım kendimi yatağa. Olmayacağını düşündüm. O vakit biraz umutsuzluğa kapıldım. Sonrasında her gün birkaç kez denediler ve sonrasında ayakta dik tutmayı başardılar. Şimdi de yürümemi istiyorlar. “hoppala, nasıl olacak bu iş” . Denedik. Olmadı başlangıçta. Ama biraz kendime güvenim gelmişti. Ayakta durmak yürümenin başlangıcı. Çocuklar da aynı şekilde öğreniyorlardı ne de olsa.  
+++Devam edecek.

Herkese acil şifalar dilerim.
Sevgiyle kalın.
Bana ulaşmak isterseniz, hasta yakınlarının ve hastaların neler hissettiği sorarsanız ve biraz morale ihtiyacınız olursa bana mail ile ulaşabilirsiniz.
Bloğumu takip ederseniz sizlere tüm deneyimlerimi paylaşacağım. Ve eğer sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsanız pek çok insana moral verebilir.
Herkese acil şifalar. Dilerim.
Gürkan